Duman daireler çizerek yükseliyor, sonra da odanın havasında kaybolup gidiyordu. Yaşlılık insanı çok acıtıyor. Ne derlerse desinler bir dumandım ve artık karışmayı bekliyorum havaya, ulaşmayı bekliyorum nihai sonuma. Aslında o kadar da yaşlı sayılmam ya yapacak bir işim, vakit geçirecek bir meşgalem olsa belki biraz daha hayat diye dilenirdim ona ama ne gerek var ki? Vaktimin gelmesini, hayallerimde çok kez yaşadığım Azrail’le o buluşma anımın gelip çatmasını sabırsızlıkla bekliyorum artık.
Bana göre bir hayat değil bu? Bir kahvehanede oturmaktayım ama gelen geçenlerin hiçbiri beni tanımıyor. Ürkekçe yanıma yaklaşıp, meraklı bakışlarla beni baştan aşağıya süzenler, imzamı almak isteyenler, son oynadığım roldeki başarımdan dolayı tebrik etmek isteyenler yok artık.
Artık ben varım, sadece ben. Ve bu yalnızlık beni içten içe kemirip duruyor. Buraya en son yıllar önce gelmiştim. Sanat camiasının uğrak yeriydi o zamanlar. Girer girmez gözüme takıldı duvardaki resmim. Birden kalbimin daha hızlı attığını hissettim, tanınacak olmanın heyecanı vardı bunca yıldan sonra. Evet, burası harika bir yerdi.
Anılarım yavaş yavaş zihnimin derinliklerinden, gözümün önüne geliyor. O günler ne de güzeldi. Altımda son model bir Alman arabası, şoförümde vardı hani. “Ne fiyakalı adammışım be “ diye geçirdim içimden.
Anıların uzun zamandır hatırlamadığım o güzel dünyasından bugüne dönmüştüm artık. Karşımda bir garson, bana gülümsüyordu. Kalbim ilk filmimi çektiğim o günlerdeki gibi gençliğimden kalma heyecanlarla dolu pır pır ediyor, kanatlanıp uçmak istiyordu adeta.
Beni tanıyorlardı. Geçip giden kahpe zaman tüm zihinlerden silip atmayı başaramamıştı henüz. Bir kibirlilik ki aldı beni, görmeliydiniz. Bir aristokrat mı desem bir lord mu desem bilemiyorum ama o anda dünya üzerindeki en önemli, en tanınmış insandım sanki. Gelip geçen onca yılın ardından, beni tamamen yok edememişti zaman. Çökmüştüm belki biraz, kırışıklıklarla bezenmişti belki yüzüm ama olsun, beni tanıyan bir kişi çıkmıştı karşıma.
Garsonla karşılıklı tebessüm edişimiz ancak bir kaç saliseydi ama ruhumda uyandırdığı duygular, tahmin edebileceğinizin çok ötesindeydiler. Bu mutluluk beni öylesine sarıp sarmalamıştı ki ben niye unutuldum diye hayıflanmaya ve o günlerin nasıl bittiğini düşünmeye koyuldum.
Mutluluk bir anda yok olup gitti, tebessüm yerini hüzne ve burukluğa bıraktı. Evet, hüznümdeki burukluk, bu bende derin yaralar bırakarak çekip giden sevgilinin anılarıydı, bana saldığı sonu gelmez acılarıydı. Anlayacağınız aşık olmuştum, her fani gibi allak bullak olmuştum. Ömrüm boyunca daha büyük bir hastalığa yakalandığımı anımsamam doğrusu, ne yalan söyleyeyim bir keresinde havale geçirmiştim de ölümden dönmüştüm. Keşke ölseydim dediğim çok oldu. Hastalık dediğin alır canını gider, oldu mu böylesi olmalı, ama o öyle değildi. İnce hastalık hatta kanserdi o, yavaş yavaş eritti, yok etti beni.
Onu ilk gördüğümde, aklım başımdan gitmişti adeta. Elim ayağım birbirine karışmış, komik duruma düşmüştüm sakarlıklarımla. İyi ki de düşmüştüm yoksa ne ara onun o billur yüzündeki gülümsemeyle tanışabilecektim ki. O anda bir şeyler koptu sanki içimde bir yerlerde. Aldı götürdü sanki kalbimi de, giderken bilinmeyen uzaklarına.
O sıralar film işine ufak bir ara vermiş kendime bir kitapçı açmıştım, ne de olsa çocukluktan bu yana hayalimdi. O, kitapçıdan çıkarken dayanamadım düştüm peşine. Yollar o gözlerime görünürken ne kadar uzarlarsa uzasınlar fark etmezdi, o kalbimde aşkı kanatlandırandı. Beni benden almıştı artık, onsuz yapamazdım.
Aradan aylar geçti, evlendik. Bir çocuğumuz oldu. Mutluyduk. Ne filmler geliyordu aklıma ne de şan şöhret. Bunların yalan olduklarına kanat getirmemi sağlamıştı bilmeksizin.
Hayat ne kadar güzelleşebiliyorsa aynı şekilde iğrençleşebiliyormuş da. O hafta tatile gidecektik. Ama olmasını hiç ummadığım bir şey oldu ve telefonum çaldı, beklemediğim şey telefonun çalışından ziyade arayanın kimliğiydi. Eski bir yönetmen arkadaşım arıyordu. Bir filmde kısa bir rol oynayıp oynayamayacağımı soruyordu. Çok da ısrar etti, dediği para da fena değildi hani. Gelgelelim ben teklifi kabul ettim.
Rezervasyonumuz da hazırdı tatil için. Zar zor ikna ettim de kendi ellerimle otobüse bindirdim, yolladım otele, geleceğim dedim iki güne kalmadan. Gidecektim de ama olmadı. Onlar bana geldiler. Buz gibiydiler, hareketsizdiler, ölüydüler. Morgdaydılar. Film setine polisler gelip beni aldılar, teşhis etmem için götürdüler. İçim o kadar acımış mıdır ömrüm boyunca diyorum, başka bir olayın buna sebep olabileceğine imkan veremiyorum.
O gün bu gündür otobüslerden ve filmlerden nefret ederim kendimden ettiğim gibi...
Garson tekrar geldi ve ; “ Efendim sizinle daha önceden tanışıyor muyuz, simanız hiç yabancı gelmedi de?”
Kahpe zaman yapacağını yapmıştı, anlamlandırmaya çalıştığım hayatım artık ıstırabım olmuştu. Ne önemi kalmıştı artık iki nefes fazla iki nefes eksik almışım,
“ Zannetmiyorum ” dedim hayallerimi paramparça eden sahte hayranıma. Uzun zamandır yanımda taşıdığı ama elimi dahi uzatmaya çekindiğim tabancamı elime aldım. Namlusunu alnıma doğrulttum ve sonra ateşledim tetiği. Derinden tok bir ses sardı her yanı ve sardığı kadar hızlı bir şekilde kaydoldu benim gibi, hayallerim gibi...
Şimdi artık bir ölüyüm. Yerde yatan bedenimin etrafında bir koşuşturmadır başladı, bir görseniz. Herkesin gözü benim üstümde. Son anlarıma kadar özlemini çektiğim eski günlerin anısına, bu anı yaşamak oldukça zevkli. Kısa sürecek şöhretim burada ama olsun, hayatıma mal olmuş olsa bile yıllar sonra tekrar tanındım, eskiden olduğum ve hep olmaktan keyif aldığım ben oluvermiştim bir anda.
Cenazem eskiden kalma tanıdıklarla doldu taştı, üzüldüm yaşarken beni arayıp sormayan bu dostların yaptıklarına, hüzünlendim. Öyle dolmuş ki gözyaşlarım, ölü bedenimin gözlerinden iki damla gözyaşı akıttım, içinde umutlar ve acılar gizliydi. Kimse fark etmedi. Hızla başlayan sağanak ne gözyaşı bıraktı gözümde ne de eş dost bıraktı cenazemde...
Ne istediğimi biliyordum ama ona birden ulaşmak beni korkutmuştu. (III. 236)
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Dünde Bıraktıklarım
-
▼
2007
(28)
-
▼
Nisan 2007
(19)
-
▼
20 Nis
(19)
- Ya cin! Ya cin! Ya cin!
- Yıldızlar...
- Acı verse de yazmak gerek...
- Rüzgar...
- Maurice VON BATTERSTEIN
- Bir katil doğuyor kanların içinden...
- Koridorun sonundaki oda
- İyi Bilirdik!..
- Adını Yazmaya gerek yok, çoktan kalbime gömdüm ben...
- Hava bugün çok ama çok güzel...
- Deja vu
- Kehanet
- O
- O SENE HİÇ KAR YAĞMADI
- EL-RAHN I.KISIM
- Hayat Irmağı
- Kağıttan gemiler yapmak
- Yalnızlık
- ...
-
▼
20 Nis
(19)
- ► Temmuz 2007 (1)
-
▼
Nisan 2007
(19)
-
►
2008
(115)
- ► Şubat 2008 (1)
- ► Mayıs 2008 (80)
-
►
2009
(33)
- ► Eylül 2009 (1)
Nexus
- Eren
- İstanbul, Türkiye
- Söyleceklerim olmaya devam ettikçe burada olacağım.
2 yorum:
Kendimi anlatının içinde hissettim, dostum gerçekten harikaydı ve okumak için sabırsızlanıyorum diğer yazılarını...
Başarılar dilerim... Harikasın yine her zamanki gibi...
Yorum Gönder