Pazartesi, Haziran 22, 2009

Bir Zaman Gelir

Segâh makamından bir ney taksimidir bu. Derinden kopan fırtınadır; kelebeğin kanatlarıdır sebep, arzular tende tüyleri diken diken eder. İşte o an, gözbebekleri küçülür. Bin bir anın gölgesinde sükûnetle bir damla gözyaşı biriktirir. Doruklarındadır sevdanın; kalbi istemsizleşen çırpınışlarla çıldırır.
Bir gece olmuş; rüya görememiş. Ve rüyalarının çalınışıyla karşı karşıya kalmış. Uykunun tadı vazgeçilmezken acı ve ekşiye bulanmış. Gündüz hayallerine dalmış. Rüyaya denk aramış; günler geçmiş, geçmiş geleceğe sarılmış, o bir başına ağlamış.
En son gördüğü bir yüzmüş. Beyaza yakın, soluk tenliymiş. Dudaklarından çenesine, gözkapaklarından kaşlarına yumuşak hatları varmış. İlahi huzurun işaretleriyle doluymuş. Neden sonra fark etmiş; bir de gülümsemesi varmış. Lakin ölgün güzelliğinin içinde hayat dolu gözleri ışıldıyormuş sadece.
Sonra düşünceleri o siluete odaklanmış. Farkındaymış; ne olursa olsun onu bulmalıymış. Devası ondaymış. Ve miş’li geçmişe perdeler inmiş kıpkırmızı. Girizgâhımız huzurunuzda nihayete ermiş. Ve başlıyor hikâyemiz; sabrınıza hayranız, bilmediğimiz bir zamanı sizden çalacağız.
Ruhun beyaz gözleri vardı. İstediği bir bedendi. Arzuysa bilmediği bir tattı. Dünyaya matemli bir damla görüntüsüyle süzüldü. Göğün bulutları aştığı katından iniyordu. Gözümün kenarına ilişti; dünyam değişti.
Önce oda kapkaranlıktı diğerleri gibi. Tavan görünmüyordu. Lakin varlığından da şüphem yoktu. Gözyaşını silmedim, gözyaşım olsun istedim. Bekledim. Damarlarımın acıya göz kırpışıyla kanlanan gözlerimi yumdum. Ovuşturmam yetecekken yıldızları görmeme; kılımı dahi kıpırdatmadım. Sevdim; evet, çok sevdim. Göz yumacak kadar çok sevdim. Parmak uçlarım yanıyor, birazdan uyuşmaya başlayacaklar. Hissediyorum. Kokunu duyuyorum. Kirpiklerime dokunuyor ince bir rüzgâr kapı aralığından. Ayak sesleri… Geliyorlar!
Papatyaların yaprakları titriyor. Görmen gerek bu güzelliği. Çıkmam gerek. Gözlerimi açmam gerek. Hayal kapısı henüz açıkken, bu daveti kabul etmem gerek. Beni bir daha göremeyeceğini biliyorsun. Sen hayat dolusun. Benim hikâyemdeyse mutlu son yok! Kanayan ağzımdan bülbüller kanatlanacak, kan kırmızısı kelebekler… Kelimelerim kadar güzel bir son bulacak; onlar kadar siyah.
Bir meselem var kendime sakladığım. Onu bulacağım elbet. Ama soğuk esen rüzgârı tenime salan bu kapıdan; ayak seslerinin çiğnediği o yoldan gitmeyeceğim. Bana güven; gözyaşımı silmeyeceğim. Bir daha ağlamayacağım. Gitmem gerek. Bırak artık elimi. Sen de gelemezsin. Kal.
Neden sonra yağmur başladı. Odanın ortasında bembeyaz elbisesinde kıvrılmış ağlıyordu. Onu yalnız bulduklarında çok şaşırdılar. Sarımsı yeşil renkte bir dut yaprağı camdan süzüldü eteğimin ucuna, bir o fark etti; gülümsüyordu.
Büyük dut ağacının altındaydı. Diz çökmüştü. Her yanı mosmordu; dut lekesi. İznini bekledi konuşmak için. Gece gelene dek hiç kıpırdamadı. Nihayetinde dut ağacının dalları esnedi; çatırtılarla aya selam verdi. Yıldız ışığı ve gölgeler sardı bedenini. Alnı toprağa değdi; yalvardı. Rüyaları için gelmişti. Ellerini açtı; bekledi.
Saat gecenin üçünü gösterdiği anda iri bir siyah dut dalından koptu; süzüldü. Elimde yolculuğu son buldu. Tereddütle yedim. Tadını her zerremde doyasıya özümsedim. Gözlerimi kapadım, dutun yaprakları üzerimi örterken uykuya daldım.
Rüyam bana geri dönmüştü ama eskisi gibi değil. Şeytanın ayetleriyle gelmişti. Çılgıncasına davul sesleri ürpertiyordu bedenimi. Karanlık bedenler vardı. Kendilerinden geçmiş dans ediyorlardı. Neden sonra biri aralarından ayrıldı. Ellerini bana uzattı; iki kızıl çukur bana bakıyordu. Tırnaklarını gördüm ve kemikleşmiş ellerini. Yüzüme yaklaşıyordu. Davullar çılgına dönmüştü. Alevin çatırtıları yanık kokusunu getirdi. Ter içindeydim.
Uyandım!
Ben artık eski ben değildim.
Ve kaybolmuş benliğin sapkın deneyimleri bir bir gerçek kılışı böyle başladı. Ve son masum rüyasında gördüğü o yüzü hatırladı. Yüz sertleşti; gözleri kanlandı ve korkuyla doldu. İşte o an ölü bir kelebek kendini rüzgara bıraktı.

Nexus

İstanbul, Türkiye
Söyleceklerim olmaya devam ettikçe burada olacağım.