Perşembe, Temmuz 26, 2007

HİKAYE-İ AŞK ( Birinci Bölüm)

Aşk damarlarıma zerk edilmiş afyon misali sardı bedenimi. Damarlarımdan hücrelerime dek benliğimi benden çaldı. Artık ben diye bir şeyden eser yoktu. Aşk aklımı benden almış geriye bir sarhoş bırakmıştı; bir aşk sarhoşu... Onu görmek dünyalara bedel, onsuzluksa fani dünyada cehennemi tatmaktı. Ama bahsi geçen tatma öyle basit bir duyumsama değil, hani bazı yemekler vardır, yersiniz ama bir kez yetmez, defalarca o tada varmak arzusu hissedersiniz ya benim acım da öyleydi, sadistçe, onsuzluğumda, acıyla geçiyorum kendimden...
Bundan iki yıl önceydi. Her şey yolunda, olması gerektiği, olması icap ettiği gibi sakin sessiz ilerlemekteydi. Okul, ev, arkadaşlar... Bir genç bedenin içine sıkışmış ruhum normalinden bir hayatla müjdelenmiş, geçmişini yavaş yavaş unutmaya yüz tutmuştu adeta.


Bu dünyaya gelmek nasip olursa bir daha
Sevmek mümkün gelirse yüreğime, inan,
O sevgi gözlerinden akan nur taneleriyle
Kalbime dolmuştur, aşkım,
Sarhoşum, aşkının sarhoşuyum,
Ama bu sarhoşluk ertesi sabah hissettirenlerden değil
Bu bambaşka, eğer seni bana kavuşturacaksa
Bir ömrü böyle geçiririm,
Ölüm yaklaşıyor,
Beni unutma, bir yolunu bulacağım,
Sana yeniden kavuşacağım...


Kelimeler dizelere dizelerse kalpte çarpıntılara sebep oluyor. Bu sözler de nereden çıktı. Bilmiyorum. Benliğimde bir ben daha hapsolmuş, derinlerimden fısıldıyor adeta. Ya bu kız da kim? Bu güzellik, ah bu güzellik. Bir melek olsa gerek. Bu bir insana fazla. Gözlerim güzelliğinde eriyip gidiyor. Kalbim boynumda atıyor. Artık farklı herşey. Kim demiş yıldırım aşkı yok diye? Gözlerimle görüyorum gerçekliğini, kalbimle hissediyorum...
Ayaklarım beni bilmediğim diyarlara sürüklüyor. Yanımdakilere bile ne dedim de onlardan ayrıldım hatırlamıyorum, aslında umursamıyorum da... Bu güzellik beni büyüledi. Onu zavallı bir ümitle takip ediyorum. Yollar asfalttan, toz toprağa bürünüyor. Evler ahşaba dönüyor, ben hala takipteyim.
Ne olur bir dönüp baksa! O güzelliğin gözlerindeki parıltı içimi bir aydınlatsa. Nerde? Nerde bende o şans?


Bambaşka bir bedende de olsa
Bambaşka bir hayatta da olsa
Bambaşka gözlerle de olsa
Sensiz yaşamak haram bana
İnan gülüm, ben sensiz yaşayamam
Bu sözler senin aşkınla dökülür
Aşığının dudaklarından
Halbuki bir düşün
Sensiz olsam diyebilir miyim
Bu kelime-i şahaneleri
Hayır, o zaman zehir zemberek,
Acı dolu, hasret dolu
Ve de hüzün dolu sözlerle
Yanıp kor olur
En nihayetinde de küllerimi
Senin tenine ulaşmasını hayal ettiğim
Rüzgara savururum....
Son bir şans olsun diye
Bizim için
Buluşmamız için...
Sevgim bir ömür boyu olsa
Almaya razıyım o ömrü
Sevgim ahir zamanda devam etsin
Yanmak bile nasip olsa
Beni yakan aşkın olsun...


İrkiliyorum. Yerde yatarken buluyorum kendimi. Etrafım insan kaynıyor. Gözlerim bir an çaresizlik içinde onu arıyor. İçimden gelen seslere kulak vermemek elden gelmez. Arayışlarım boşuna, o burada değil, değilse burada bakmanın alemi yok, bu gözler onu güzelliğini görsün diye yaratılmışlar çünkü...
Bu sefer gözlerimi bir doktorun açtığını ve şiddetli bir ışık tuttuğunu görüyorum. Bu ışık cennet yolunu anımsatıyor, oraya gitmek nasip olsa da, onsuz olacaksa ateşi ve hatta hiçliği tercih ederim. Ne dediğimi bilmiyorum, belki günahlar işliyorum boyuna. Ama durmuyor bu kalp. Attıkça onun güzelliğini haykırıyor, haykırışlar beni sağır edecek sanki. Sessiz haykırışlar bitmez mi hiç? O gerek bana, beni ben yapan, benliğimdeki gizleri gün yüzüne vuran, o güzel gerek bana, baksa yeter gözlerime... Bir gülüşü bir ömre bedel, aşkı dünyalara bedel, Varlığı kurtuluşum...
Doktor ışığı uzaklaştırıyor. Bu sefer dört bir yanım tanıdık siluetlerle çevrili. Onları görmek mutluluk vermeli ya, vermiyor. Bana mutluluk yok onsuzluğumda.
Beyazlar içindeyim, cennet sanki...
Ama onsuz cennet bile hüzünlü...
Onsuz hayat yaşamaya değmez, Ama biliyorum onun da kalbi atmakta bir yerlerde ve nefes almakta benim aldığım gibi, bu da tek tesellim nefes almaya devam etmem için...


Seni ilk gördüğüm günü hatırlıyorum aşkım,
Masum güzelliğin beni cezbetmişti,
İki satır muhabbetimiz beni mesdetmişti,
Aşkımız gamzelerinde başlayıp
Kat ve kat artmış
Dağlar denizler aşmıştı
Ama fanilik ayırdı bizi,
Ben giderken sen kaldın,
Yarım kaldım...
Geri geldim, ilahi adalet bu ya
Geri geldi, kalbimin öteki yarısını
Aşkımı yeniden dünya gözüyle görmek için
Geri geldim...
Bak gözlerimin içine,
Bak sadece gözlerimin içine,
Ne bir kelime ne bir öpüşme,
Arzum bakmak derinlerine
Gözlerinden içerilere...
Arzum yanında olmak...
Dünyevi olan ne varsa,
Seninle tatmak...
Ama hep gözlerine bakmak...
Bakmaktan öte yaşamak...
Aşk işte budur güzeller güzeli,
Sen aldın benden beni,
Ne olur bak gözlerimin içine
Bulayım kendimi o güzel gözlerinde,
Hayaller gerçeğe bürünsün,
Aşkım, ilahi aşkım, abı-ı hayatım, bak gözlerimin içine...


"Üzdünüz beni yıllar", bu da ne? Zihnimin derinlerinde bir başka benlik var. Ve o konuştukça ben susuyorum. Adeta benliğimden geçiyor, onun içinde yok oluyorum. Veyahut o konuştukça kendimi buluyorum. Anlamak mümkün değil.
"Ah yüreğim acıyor!" Ya bu nedir? Bilmiyorum. Gözlerim yaşarıyor. Aklımı kaybediyorum. Korkum, tek korkum kaybetmekti aklımı, korkum gerçeğe bürünmekte... Gidiyorum... Sessiz sedasız demir alıyorum bu limandan, gecenin en karasında açıyorum yelkenlerimi, doluyor rüzgar beyazlarına yelkenlerimin, ve açılıyorum derin maviliklere, karanlıkla başlayan yine öyle bitermiş. İçimde bir karanlık, her yanımı sarmış, korkuyorum. Aklım beni terk ediyor.
Yılların hüznü çöktü zavallı genç bedenime, bu acılar fazla körpe yüreğime... Çok acı çekiyorum. Acı çekmek de zevkli olur mu? Bu acı da bir farklı doğrusu! Nasıl desem bilmiyorum, bu acı, bu acı aşk acısı; acıların en yaşanılası, en şahanesi.
Derinden bir şarkının nağmeleri doluyor ruhuma. Bu öyle bir şarkı ki ruhunun bütün hallerini suyun yüzüne vuruyor insanın. Derinlere ne gömdüysen alıp yüzüne yüzüne vuruyor adeta, gözlerinden istemsiz yaşlar süzülüyor... Aaaaah!


Hayat bir ırmak,
Ve ben kıyısındayım o ırmağın,
O ırmak ki akar gürüldeyerek, köpürerek,
Ve ben otururum kıyısına, seyre dalarım,
Hayatlar gelir, hayatlar gider,
Bense kıyısında otururum, beklerim,
Gitmeye, akıp gidecek olmaya korkuyla bakarım,
Gidemem, sen olmadan, akıp gidemem,
Kaybolamam beyaz köpüklerde,
Beyaz köpükler cennetin güzelliklerini de sunsa
Gidemem,
Atladım suya, dalgaya, akıntıya ters yüzdüm,
Kulaç üstüne kulaç attım,
Kan ter içinde bedenim,
Etrafımdan akıyor nice hayatlar,
Ben sana aşığım,
Senin için ahir hayattan kaçıyorum,
Görülmedik şey,
Allah'ıma şükürler olsun,
Sana koşuyorum...


Hayat karmakarışık. Etrafımda hüzünlere boğulmuş tanıdık insanlar. Ama sanki onları tanımıyorum. Artık hatıralar canlanıyor zihnimde, ama bunlar bana ait olamazlar, gözlerimle şahit olduğum mutluluklar, hüzünler, gözyaşları ve buruk sevinçler... Herşey o kadar gerçek ki bir an bu hayatın benim olduğuna inanacak gibi oluyorum.
İrkiliyorum, derinden gelen bir irkiliş bu... Tüylerim ürperiyor, diken diken oluyor. Gözlerime bir anlık tuhaf bir karartı ilişiyor. Bir anda kayboluyor var oluşu gibi... Sırra kadem basıyor. Belki de hiç var olmadı. Aklımın beni terk edişinin alametleri olsa gerek. Korkuyorum. Benliğimde tanımadığım bir benlik boy veriyor. Büyüyüp güçleniyor. O kadar ki bu benlik beni eziyor, yutuyor.
Ahenk dolu dizeler zihnime doluyor ardı sıra. Bu sözler bana ait olamazlar. Kişiliğim buna müsait değil. Bu ben değilim, korkuyorum. Doktor olduğunu zannettiğim birçok kişi benimle konuşmaya, akıllarınca bana yardımcı olmaya çalışıyorlar. İyi niyetli sayılırdı birçoğu ama yetersizlerdi.
Akıl sağlığı benden çok uzaklarda seyreden bir geminin güvertesinden mehtabı izlemekte. Bense hastanenin koridorlarında sabrımın sınırlarını zorluyorum. Yalnızlığımda kendimi buluyorum, kendimi tanıyorum. Bunca yıldır tanıyamadığım benliği kaybetmek üzereyken tanımaya, ona hayran olmaya başlıyorum.
Bugün yakın bir arkadaşım beni ziyaret etti. Kısa süren muhabbetimiz süresince gözlerindeki korku ve dehşet çok ilginç geldi bana. O korkuyordu, benden değil olduğum şeyden korkuyordu. Ama bende yeni hatıralar su yüzüne çıkarken, benim olanlar o karanlık sulara doğru hızla süzülüyorlardı.


Aşkınla yanan gönlüm,
Yorgun, çok yorgun,
Arayışlarla yanıp kül oluyorum,
Sonunda sana ulaşmama ramak kaldı,
Gel sevdiğim,
Gel mehtabım,
Gel ab-ı hayatım,
Gel aşkı tattıranım,
Gel de bana benliğimi hatırlat...


Şimdi boşluktayım. Tammıyla boşlukta, ne bir yere tutunuyor ayaklarım ne de bir şey görüyor gözlerim; duyularım iflas etti, yok oluşumla başbaşayım. Ne yapacağımı bilmiyorum. Ne yapsam boş, hayat üzerime hızla geliyor, bu nehir, bu azgın beyaz köpükleri kusan nehir beni korkutuyor...
Bir anda bütün endişelerimden sıyrılıyorum. O geliyor aklıma. Dünya üzerinde böyle bir güzellik olmamalı, haksızlık diğer kızlara ve haksızlık büyünerek kaybettiğim zamanlar için bana. Bu zaman kaybetmek mi yoksa zamanın içinde yaşamaya değer bir şeyler yaparak onu anlamlandırmak mi, emin değilim.
Bu sevda da nedir? Anlayamıyorum. Nereden geldi de beni buldu? Ve derinlerimden yükselen bu sözler de nedir? Yoksa bu aşk mıdır? İnsan tatmadan bilemezmiş. Neden bilmiyorum ama eğer bu aşksa ben aşktan korkmaya başladım. İçimde bir kıpırtı var, kalbimden geliyor...
Arkamı dönüp gitmek geliyor. Unutmak istiyorum, olmuyor. Unutamıyorum. Kadere buruk bir hüzünle ya da yarım bir mutlulukla boyun eğiyorum. Bu yarısı su dolu bir bardak gibi, nereden baktığına ve neyi görmeyi arzu ettiğine bağlı...


Ben acıyı da sunsa aşkı seçtim...
Beni senden çalan güne lanet olsun,
Beni sana kavuşturana selam olsun,
O selam ki yüreğimden akan kan kadar
Temiz ve içten,
O selam ki aşkımı, bizi, varlığımızı
Tekrar yaşama fırsatı veren
Yaratanadır...


Sözler, anlayamadığım sözler. Zihnimi, beni benden çalıyorlar. Kalbim ağrıyor, yüreğim acıyor, ah! Ne yapsam bilemiyorum. Kalbimdeki yaraya derman olamaz hiçbir ilaç, mümkünatı yok, imkansız. Ne yapmalı o zaman, durup ölümün gelişini mi izlemeli, ona, yoluna kırmızı halılar mı sermeli, hayır. Bu, buna müsade edemem. Yaşamayı çok seven biri ölümü gülen gözlerle karşılayamaz, karşılamayı hayal dahi edemez, etmemeli. Ama ben tasavvur ettim, belki de sevgim, bağlılığım azalıyor... Belki de mahvıma sürüklenişim hızla devam ediyor. Ne oluyor bana ya rabbim? Bu nasıl bir sınavdır? Ben anlayamadım...
Bugün taburcu oluyor muşum herhalde. Neden girdiğimi anlayamadığım hastaneden çıkyormuşum. Annem, babam seviniç sellerine attılar ruhlarını. Onlar için şimdi toz pembe hayat, oğulları yeniden sapasağlam... Öyle ya bedenen sağlamlığım, ya yaralı ruhum?
"Ben kimim?"
Kimim diye saoruyorum defalarca kendime. Adımı söylemeye dilim varmıyor. İçimden gelen ses ve kalbimde kabaran aşk beni mahvediyor. Karışıklık üstüne karışıklık, çıkış yok mudur?
Evimdeyim. Bir hayli yükseklerden şehri zliyorum. Rüzgar tenimi okşuyor. Ne de şahanedir esen rüzgarın tenime değmesi. Ellerimi açıp rüzgara karşı durduğum mutluluktan sarhoş olduğum bir an geliyor aklıma. Sevdiğimi zannettiğim kız da yanı başımdaydı. Ama içimde kabaran tarifi imkansız duyguları tekrar ve tekrar hissettikçe o anki duygularıma aşk diyemiyorum, sevgi diyemiyorum ama belki hoşlanma.
Tamamen bihabermişim aşktan.
Şimdi soruyorum kendime. Neden? Neden daha önceleri hiç tanımadığım bir kıza karşı bu kadar derinden kopup gelen ve beni sarıp sarmalayan, hapseden, mahveden ve de dünyanın en mutlusu kılan duygular besliyorum. Anlamak imkansız adeta. Adeta demek? Bilemiyorum... Belki de hiçbir zaman bilemeyeceğim. Odamın balkonundan dünyayı izliyorum. Ne kadar da çoklar. Sürekli hareket halindeler. Durmaksızın iş peşindeler. Nereden geliyor bu kadar çalışma arzusu, paraya ihtiyaç, açlık, sıkıntı, yokluk... Anlamak mümkün değil. Neden herkes eşit doğuyor da o eşitlikle yaşayamıyor. Neden iki gün öncesine kadar huzur doluyken şimdi aşkla dolup taşıyorum bilmezken o yarin kalbinin hangi bilinmez diyarların ücra köşelerinde attığını? Nedenler ve nedenler, hiç bitmezler...


Bir seni sevdim,
Bir seni sevmeyi sevdim,
Bir senin aşkınla sarhoş olan halimi sevdim,
Bir aşkınla kavrulan yüreğimden dökülenleri sevdim,
Dökülen o sözlerin, dizelerin,
Kağıtlarda süzülüşlerini sevdim,
Seni senden çok sevdim,
Benliğinde gizlediklerini sevdim,
İnsan olarak fani bedenini sevdim,
Lakin ahir zamanda ruhuna tutuldum,
Bu öyle bir bağlanıştı ki,
Beni geri getirdi...


"Oğlum nereye gidiyorsun?" diye sorduğunu işittim annemin. Cevap vermek istedim, ne diyeceğimi bilemedim. Sessiz sedasız çıktım gittim... Nereye gittiğimi bilmiyorum. "Allah'ım sen beni koru!" Yürüyorum yollar boyunca. Bilmediğim diyarlar geçtim. Her adımda kalbim daha da alevlendi. Kaldım, öylece kalakaldım. Ben dururken ayaklarım yürüdü, ben, bu ben değilim, yürüyen, heyecanlanan ben değilim, hüzünlenen, aklını kaybeden, evet, o benim...
Keşke herşey bir rüyadan ibaret olsaydı!
İpleri elime alıyorum. Bu kadar oyun yeter. Zihnimden yükselen seslere kulak asmıyorum, duymazlıkltan geliyorum. Yönümü tam tersine çeviriyor, bilinmezliklerden başka hiçbir şey vaad etmeyen bu semtten en yakındaki taksiye binip uzaklaşıyorum. Adama sadece oturduğum semtin ismini söylüyorum. Araba yavaş yavaş ilerliyor girintili çıkıntılı yollarda. Aklım geride kalanlara takılır gibi oluyor, müsade etmiyorum.
Eve dönüyorum. Yatağıma uzanıyorum. Annem telaşlı. Nerede olduğumu, neden telefonumu yanımda bulundurmadığımı soruyor ve daha nicelerini. Gözlerim duvarda kilitli. Dinlemiyorum onu bir yerden sonra. Duvarda kilitleniyor gözlerim. Sonra hızla çarpan kapımın sesini duyuyorum. Aklım çok karışık. Ne yapmalıyım?
Bilinmezliklerdeyim, derinlerimdeki gizemle baş başayım. İçerilerden gelen boğuk seslere kulak versem mi suskunluğumda hapis mi etsem kendimi bilemiyorum. Korkuyorum. Korkumun soğuk dehlizlerinde yok oluyorum. Uzatıyorum ellerimi yukarılara doğru, ne gören var ellerimi ve de ne duyan var sessiz haykırışlarımı...
Uyumak, sadece birazcık uyumak istiyorum...


Ve Tanrı insanı yarattı
Ona kalp verdi
Sevmeyi bilsin diye
Ve Tanrı canlar aldı
Asla geri vermedi
Benim canımı da aldı
Ama neden hala, neden
Nefes almaktayım...


"Mezarıma sakın gözyaşı dökme!" dedim...
"Mezarına gelmem zaten!" dedi ve böyle bitti herşey.
Artık hatıralar beni fethetti. Anımsıyorum. Soğuk metalin şakağıma değişini. Genç bedenime Azrail'in tırpanının girişini ve içinden onun aşkıyla yanan kalbimi, ruhumu söküp alışını. Hatırlıyorum artık ölüşümü!
Boşluktayım şimdi. Renksiz bir boşluk, ne yer var ayakta durabileceğim zorda kalınca ne de gök var yalvaran gözlerle Tanrı'ma yalvarabileceğim. Boşluktayım. Renksiz, sensiz bir boşluktayım.


Hayat burada bitiyor...
Dayanamıyorum artık,
Seninim
Konuşamıyorum artık
Ne fark eder
Nefes alamıyorum artık
O üzülmedikten sonra
Ölsem ne fark eder...


Uyanıyorum ya da uykuya yeni dalıyorum. Ne önemi var ki? Yatağımdan yavaş, bezginlik dolu hareketlerle kalkıyorum. Gözlerim görmek istemiyor, isyan ediyor bu hayata, diğer herşeyim gibi, ben gibi, benliğim gibi...
Aşk uyanıştır, aşk hayaldir, aşk acıdır...
Beni ben yapan, uyandıransın. Sözüm ona toz pembe hayali yaşatansın. Acıyı tattıransın. Vefasızsın! Sevmek bir kabus, sense o kabusun tek çekilir yanısın...
Neden sonra ağlıyorum... Durmaksızın ağlıyorum... Hıçkırıklara boğulana dek ağlıyorum... Biliyorum, boğulsam gözyaşlarımdan sadece bakarsın, belki onu bile yapmazsın, vefasızsın...
Belki de hiç gelmemeliydim bu dünyaya. Hata dünyaya gelmemdi. Ve domino taşları misali doğuşumla hatalar ardı sıra geldiler... Kaçmak ya da kurtulmak değil istediğim, başka bir şey, anlatamam, anlatmam imkansız, anlatmaya çalışsam da anlayamazsın, sevgimi bile anlayamadın, belki de anlamaktan korktun!
"Ben seni sevmekten başka birşey yapmadım!"


Uyku, sadece birazcık uyku
Acılar içinde yanan ruhuma bir parça buz,
Çok sıcak, dayanamıyorum...
Çok sıcak, yanıyorum,
Bir parça buz...


Şimdi yatağımda oturmaktayım. Yalnız, yapayalnızım. İçimden yükselen ses beni sarıp sarmalıyor. "Onu bul!". Bu ses artık beni fazlasıyla korkutuyor. Benliğimden geçtim. Artık ben diye birşey ne yazık ki yok...
Ne yapacağımı bilemiyorum.
Aklımı kaybetmiş olduğum fikri iyice mantıklı gelmeye başlıyor. Ne kadar da ironik...

Nexus

İstanbul, Türkiye
Söyleceklerim olmaya devam ettikçe burada olacağım.