Var olmak denen garip olgunun kalbinde hapsolmuş vaziyette geçirdiğim günlerin verdiği ıstırap çekilmez bir hal aldı. Beden olarak adlandırılan kabuğumdan sıyrılıp gideceğim vakti sabırsızlık içerisinde bekler iken tesadüfi bir şekilde ki hayatta tesadüflere prensiplerim nedeniyle inanmam, garip bir insanla karşılaştım. Adam kabuğun içinde yaşarken kabuğun dışına çıkıp geri dönebilmeyi başarabiliyordu. Yapabildikleri bende şimdiye kadar duymadığım derecede hayret uyandırdı.
Engin bir denizin belki de bir okyanusun ya da henüz adı verilememiş alacakaranlık bir su kütlesinin ortasındayım. Sanırım gelecek günler buna hayat ismini verecekler. Hayatı bir su kütlesine benzetmek için elimde yeterince çok gerekçe mevcut. Pozitif bilimlerle uğraşan bir beyne sahip oluşum belki de hayata bir kimlik bulmama onu somutlaştırmama sebebiyet verdi. Böylece mesleğimi de aktarmış oluyorum.
Aynanın karşısına geçtiğimde genç bir yüzle karşılaşıyorum bunun aksine gözlerim gençliğin sahip olması muhtemel olan saflıktan çok uzak. Saflığın yerini zorlu engelleri aşmış olmanın verdiği acı ve deneyimin gölgelemeye gayret ettiği bitmez tükenmez heyecan almıştı. Belki de bu heyecandan ileri gelen parıltılar kimi zaman iyiliğe kimi zaman da kötülüğe hizmet ediyordu. Lakin iyilik ve kötülük kavramlarını yüzeysel olarak ele alırsak. Derinlemesine yapılan incelemelerde hiçbir zaman heyecanıma boyun eğmeyen isteklerimi kötülüğün saflarında hayal dahi etmedim.
Uzun lafın kısası doğup eğitimime başlamam için bana uygun görülen yaşa kadar ailemin yanında kaldım. Dönüp kısa olarak nitelendirebileceğim geçmişime baktığımda hayatımın en sade yıllarının o dönemde geçtiğini görüyorum.
Ne yazık ki dokuz yaşıma henüz girmişken yatılı bir okula gönderileceğimi öğrendim. Bunu öğrenmem benim için bir sürpriz olmadı. Ayrıca ailemden ayrı geçireceğim zamanı düşününce doğal olarak hüzünlenmem gerekmesi gerekirken sevinçle yola koyulmak üzere eşyalarımı toplamaya başladım.
Trenle başlayan yolculuğum, eşek sırtında bir dağın yamacındaki olağanüstü kelimesinin neredeyse tam anlamıyla eşi sayılırsa kesinlikle bir hata yapılmamış olacak dev taştan bloklarla inşa edilmiş bu yapıya ulaşınca sona erdi. Etrafta başka hiçbir yapı olmadığından okulun burası olduğu sonucuna varır varmaz çevresine heyecan dolu bakışlar atarak etrafını inceleyen iki kömür karası gözümle o güne dek bu kadar mutlu olduğumu zannetmiyorum.
Bilinmezlik nadiren yerini korkuya bırakırdı benim için. Bugünse kesinlikle korku hakim değildi ruhuma.
Hayal ettiğim üzere sınıflarca öğrencinin içinde koşuşturduğu devasa kolidorlarla bölünmüş sınıflar yerine dev bir salonda buldum kendimi. Salonun iki yanında metrelerce yüksekteki ikinci kata eğrimsi şekiller çizerek yükselen merdivenler şahane görünüyorlardı.
Daha sonraki günler boyunca yaşadıklarımı kelimelere dökmek şu an için imkansız. Lakin şunu söyleyebilirim ki bu okul diğerlerine yani anlatılanlara uzaktan yakından hiç bir şekilde benzemiyordu. Sonuçta gizli bilimler olsun şu anda pozitif bilimler adını verdiğimiz dallarda olsun felsefi anlamda olsun oldukça bilgili bir insan olmuştum bir kaç yıl içerisinde.
Burada öğrendiklerimle geçen yılların ardından hüzünle bakmama gerek kalmıyordu aksine ömrüme yıllar katan gençliğime gençlik katan bir çok iksir üzerinde çalıştım. Sonuç mu? Hala hayattayım ve uzun zamandan beri geçen yıllların hesabını yapmaktan vazgeçtim.
Lakin mutluluğu yakaladığımı zannettiğim yıllar akıp geçerken huzur denen duygunun tam anlamıyla tadını çıkartmam uzun süreli olamadı. Eski günlerden tanıdığım ve tanımammış olsam daha da mutlu olabileceğim biriyle karşılaştım. Hayır karşılaşmak uygun bir söz değil olamaz olmamalıydı. O bir daha bana ulaşmamalıydı.
Hayatım boyunca korkmayı sürekli hatırımda tutacak kadar çok şeyle karşılaştım ancak karşılaşmış olmaktan bu kadar rahatsız olduğum bu karakter bu kişi bende korku değil nefret uyandırıyor. Dinmesi için uzun ve zahmetli bir süreç geride bırakılmış bir nefret.
Bir intikam söz konusu. İntikam soğuk yenen bir yemektir. Kim demişse bu sözü oldukça büyük bir şahsiyet olduğunu anlayabiliyorum. İntikamım çok acı olacak. Karşıma çıkmamış olmak için tanrıya ki eğer inandığı bir tanrı varsa, binlerce kez dua edecek. Feryadı sağır kulakları bile rahatsız edecek.
O günü daha dün gibi hatırlıyorum. Ellerimdeki kanın ılık ve yapışkan hali hatırımdan henüz silinmiş değil. Uzun yıllar boyu bu anılardan kurtulabilmek için uğraştım. Gezmediğim diyar konuşmadığım bilgin kalmadı sonuç hiçbir şekilde değişmedi hayat bir oyun ve değişmeyen bir kuralı var. Vicdan, onu yok etmek ya da ondan kurtulmak hayal mahsulu olmaktan öteye gidemiyor.
Verebileceğim ayrıntılar oldukça sınırlı ne yazık ki. Üç kişiydik. Okulda yolun sonuna gelmiştik. Basit bir iradenin altında rahatça ezilebileceği kadar çok şeyle karşılaşıp öğrenmiştik. Bir şey hariç, o şey bize yasaklanmıştı. Öldürmek bize yasaklanmıştı. Bu kuralı çiğneyenler okulun kayıtlarından hemen silinir ve yok edilirlerdi. Ancak beni yok edemediler yok olurken. Evet onların sonu pek parlak olmadı.
Onlardan kastım benimle beraber mezun olacak diğer ikisiydi. Zaten okulda eğitimimiz telepatik yolla gerçekleşiyordu. Hiç bir kadimi göremedim zaten onlar da beni görmeye bile tenezzül etmezken beni takip etmekle hiç uğraşmadılar. Ben sadece bir başarısızlıktan ibarettim onlar için. Sadece bir başarısızlık. İleriki günlerde telafi edilebilecek bir başarısızlık.
Güneş ışığı yeryüzünü aydınlatmaya başlamak üzere. Artık gitmeliyim. Başka bir yerde başka bir zamanda tekrar görüşmek üzere. Görüşeceğiz, yıldızlar bunu söylüyor.
Sessizlik akli dengemi bozmaya yemin etmişçesine yoğunlaşıyor. Uyuyamıyorum, aklımı işgal etmiş garip düşünceler içinde tutsak kaldım. Kaçmak imkansız. Hayatımı kaçarak geçirdim ama kendimden kaçmam imkansız.
İyilik ve kötülük olarak sınıflandırılmış bir dünyada kendime yer bulamıyorum. Bu dünyaya aidiyet duyabileceğim en ufak bir şey dahi yok. Evet yapmam gereken şey çok basit görünüyor değil mi? Ölmek, bu kahrolasıca dünyaya veda etmek. Hayır, dostlarım benim bu dünyadan ayrılmam olanaksız. Henüz anlayamadığım kadar kudretli kadim güçler tarafından buraya hapsedildim.
Evet, tek sığınağım ve en büyük korkum olan sessizlik bana acı veriyor. Neden mi? Çünkü o... ya da ...onlar sessizlik bitince geliyorlar. Beni iliklerime kadar korkutup yüzlerini dahi göstermiyorlar. Hiç kimsem yok, yalnızım. Sesler gelmeye başladı bu sefer yazacağım duyduklarımı ve gördükleri her birini yazacağım.
Korkularımı yazarak yenmeye çalışacağım ya da belki daha sonra okuduğumda bir şey fark ederim daha önce algılayamadığım.
Bir tür şarkı söylüyorlar. Hiçbir şey anlamıyorum. Kulaklarımı tıkamam hiçbir işe yaramıyor sanki sesler doğrudan zihnime ulaşıyor kulaklarıma uğramadan. Sesler yoğunlaşıyor ve ürkütücü tınılara ulaşıyor. Devasa olarak nitelendirebileceğim bir flüt korosu bu lanet seslere eşlik ediyor. O lanet sesler, hiçbir insanın ses tellerinin çıkaramayacağı dehşetengiz melodileriyle ruhuma ızdırap çektiriyorlar. Dünya üzerinde konuşulan her dili bildiğimi sanıyordum bu olaylar başlayana dek hiç değilse insanların konuştuğu her dili...
Allah’ım uzun yıllardan beri adını ağzıma düşünceni zihnime uğratmadım. Şimdi en samimi duygularımla sana sığınıyorum. Kurtar beni istemeden girdiğim bu cehennem hudutlarından.
Bir hafta kadardır bu tek katlı gecekondu tarzındaki evde ikamet ediyorum, sürekli devam eden kaçışım ruhumu huzura kavuşturan , birkaç günlük de olsa, yegane durum. Sesler şimdi ayakta durduğum zeminin altından geliyor. Ayaklarım soğuk ahşabın altında sadece soğuğu hissediyor. Sesler yerkürenin derinlerinden bana doğru yaklaşıyor.
Allah’ım bu aciz kulunu bağışla ve ona bir kurtuluş ihsan eyle. Git gide yaklaşıyorlar. Fırtına başladı. Deniz kıyısındaki yerlerde sık sık görülen bu olay gayet normal gözükebilir ama gözüken bu durumu eğer benim bakış açımla görmek gafletinde bulunsaydınız aklınız deva bulunmaz bulanımlarla kavrulup kaçmak için her yola başvururdu. Ama kaçacak yer yok o yada her neyse beni kovalarken.
Pencereye yaklaşıp dışarı bakıyorum her yer sakin ve sessiz sanki bunaltıcı bir temmuz akşamında gibi ama rüzgarın uğultusu da buna eşlik ediyor. Fırtına sadece beni etkiliyor, oda bu gibi oldu. Zeminden çıtırtılar gelmeye başladı. Sonum git gide yaklaşıyor.
Yıldızlar bana umut vaad ediyor ama ben umuttan çok huzura açım. Ayaklarımın altındaki ıslaklık hissini duyuyorum...
Yıldızlar, en kadim dostlarım aynı zamanda en amansız düşmanlarım. Bazen bilmek suç bilmek acıdan başka bir şey vaad etmez oluyor, işte o zaman bana verilen tüm bu yeteneklere lanet ediyorum. Basit bir yaşam arzuluyorum. Ne kadar ironik bir durum. Bedenen yaşlanamasam da ruhum git gide yaşlanıyor hem de olması gerektiğinden de hızlı ve görüyorum ki gençlik olarak diyebileceğim uzun yıllarımı şu kahrolası anda sahip olduklarım için harcamışım her şey için olduğu kadar da bir hiç için bu yolu seçmişim.
Bu kadar güce sahibim ama kadere ve onun iradesinde olan hiçbir şeye karışamıyorum. Sanki okyanusun ortasında bir kuru yaprağım dalgalar beni yutmaya çabalarken çaresizce bilmediğim yönlere bilmediğim güçlerce savruluyorum. Ama o kadar suyun üstündeyken kendimi ulu okyanustan ve gizlediklerinden dahi yüce hissediyorum. Bu betimlemeleri yapmak bile ruhumdaki boşlukları asala dolduramayacağım o boşlukları tekrar anımsamama ve kederle karışık bir sinirsel bunalıma girmeme yetiyor da artıyor.
Her şey üstüme üstüme geliyor. Doğumuna şahit olduklarımın bir gün mü bir asır mı anlayamadığım zaman seli içinde öldüğünü, kara toprağa verildiğini görüyorum ama sinirlere zarar bir şekilde yaşlanmadan geçen zamana şaşıp kalıyorum. Tepkisizliğim içimde kopan fırtınaları gizlerken sessizliğe veriyorum ve aramaya başlıyorum öğrenecek bir ilim kaldıysa öğrenmek ve bir hastalık gibi gördüğüm bu hayattan kurtulmak için.
Ağlayasım geliyor. Bir zamanlar sonsuzluğu ararken şimdi ölümü aradığımı tekrar düşündükçe. Evet yine aynı şey oluyor herşey bulanıklaşıyor anılarım yine hayat buluyor adeta...
Dönüp bakmaya gayret ediyorum tozu kat kat olmuş, beni boğmaya azmetmiş ki keşke yapabilse, anılarıma. Ne kadar acı çekiyor olsam bile mutluluğu da tattım bir çok kez doyasıya. Belki de sebebi budur, çektiğim acıların bitmek tükenmek bilmeyen feryatlarının ardında yatan gerçek tek ve inanılabilir olan gerçek budur. Hiç değilse böyle olduğu hayaliyle yaşamak ki buna yaşamak enirse, umut vaad ediyor gelecek günler adına. Nasıl ki güzellikleri geride bıraktıysam bu günleri de geride bırakabileceğim ihtimalini zihnimde canlı tutuyorum.
Her yer bulanıklaşıyor. Sonsuzmuş gibi tasavvur etmekte haklı olduğum bir girdabın içinde sonsuzluğun kadimlerinin huzuruna varıncaya kadar dönüp durdu bedenim, ruhum adeta kopup ayrılacaktı bedenimden.
Sonra karardı her yer. Bir rengin varlığı bile mutlu olmaya yeterliydi. Sonra o pis kokuyu aldım. İçinde uzun zamandır hiç bir şey bulunmamış midemin bulantısıyla fani yanımın farkına vardım bir kez daha.
Gözlerim bulunduğum ortamın ışığına alışıncaya kadar sudan çıkmış balık misali kalakaldım öylece. Sonra her şey netleşti. Sol elim istem dışı bir şekilde ileri doğru hareketlendi. Soğuk metale temasım ruhumda kasırgalar koparsa da buna alışmalıydım. Sanki cehennem hudutlarında yol alıyordum, her an bir iblis tarafından öldürülmeyi bekleyerek ama biliyordum ki her ölüm sonsuz gibi gelen acının ardından yeni hayat sunacaktı bana. Ve ben bu hayalde daha önce de bulunmuştum talihim bu kadar iyi giderse bundan sonra da bulunacaktım.
Bu tam anlamıyla profesyonelce hazırlanmış bir işkenceydi. Defalarca istemeyerek açtığım bu kapının ardında ruhumun en çok gizlemeyi arzu ettiği şeyleri görüyor, en korktuğum varlıklarla karşılaşıyor ve en akıl almaz işkencelere maruz kalıyordum. Ta ki ışık bu lanet soluyan toprakları aydınlatıncaya dek. Ama bu neyi değiştirirdi ki zaten sonsuz umutsuzluklar diyarında hapsolmuştum, kim bilir bundan sonraki hangi uğursuz gece bana başka bir iğrençlik sunacaktı.
Kapı gayet normal gibi görünen bir odaya açıldı. Bu bir aldatmacaydı, anlayamamak için bir ahmağın zihnine ve bir körün gözlerine sahip olmak gerekirdi. Duyularım bana bu gecenin büyük vaadlerle geldiğini söylemişti. Yıldızlara bakmadım bu gece, zaten felaketten gayrı bir kehatte bulunamazdım.
Oda ürperen bedenimde ısınmaya ve rahatlamaya sebebiyet verecek kadar hoş bir sıcaklık taşıyordu. Geride bıraktığım uzun ömrümün bir köşesinde unutuverdiğim bu manzarayı hatırlamaya çalışırken sesi duydum, çok ama çok tanıdık bir sesti bu. Tınısı benimkini andırıyordu.
Kafamı sesin geldiği yöne istemeye istemeye çevirdim. Karşımda babam duruyordu. Yeryüzüne gelip gelecek en asil insan karşımda duruyordu. Siyah bir takım elbise içindeki bedeni asaletin tüm göstergelerini bünyesinde bir araya getirmişti adeta. O hayatta örnek almaktan pişmanlık duymyacağım tek insandı. Ne işi vardı bu lanet diyarın pis hudutlarında. Burası ona göre bir yer değildi.
‘Oğlum, bu yerde geçirdiğin yılların verdiği acıları gözlerinden okuyabiliyorum. Lakin ben sana hiçbir zaman karışmadım sen hayatın süresince takip edeceğin yolları çizerken. Senin doğumun benim için hayatta duyabileceğim en büyük mutluluktu ama görüyorum ki bu büyük mutluluk artık büyük bir utanca dönüşmüş. Sen, varlığınla ışık yayacağın yere karanlık ve habis gizemlerin peşine düştün ve benim sana duyduğum güveni sonuna kadar yok ettin.’
Bu sözler gözlerimden üst üste ayrılıp yanaklarımdan tuzlu tadını hissettiğim dudaklarıma dek art arda akıttığım göz yaşlarıma karıştı. Ey lanetli diyarın kokuşmuş sakinleri bu çok eğlenceli değil mi? Karşınızda mızmız bir bebek gibi gözyaşlarımı akıtmam. Bana yaptığınız her işkenceye dayandım bedenen ve ruhen, biliyorum ki bu da adice bir oyun ama ben artık bittiğine inanıyorum.
‘Ey sahte gerçeklerin korkak efendileri, karşıma sürmediğiniz iğrençlik kalmadı ama sizin iğrenç siluetlerinizle tanışma onuruna henüz nail olamadım. Sizi görmektir niyetim, eğer bu oyunu biraz daha zevkli kılmak istiyorsanız o lanet yüzlerinizi gösterin bana ki ben de gelecekte öldüreceğim varlıkları görmüş olayım.’
‘Bu sefer oyun oynama sırası ben de... ‘
‘Ne denli korkunç bir varlıkla oynadığınızı size anlatmanın vakti git gide yaklaşıyor bunu gözlerime sahtece sunduğunuz yıldızlar değil ben söylüyorum ve madem ben burada ölümle tanışamıyorum siz de mutlulukla tanışamayacaksınız...’
Yer sarsılmaya şimşekler ardı ardına göğü inleten gök gürültülerine sebebiyet verdiği sırada, dairesel bir sıra halinde beni çevreleyen yedi korkunç yıldırım düştü. Kılımı dahi kıpırdatmadım, kızarmış et kokusu burnuma dolarken...
Artık biliyordum ki blöfüm işe yaramıştı. Bundan sonra bire piyon değil vezir hatta şah sayılırdım bu binlerce kareli ve figürlü satranç tahtasında. Aklımın bana sunduğu bu durum da bu lanet oyunun bir parçası değilse sona yaklaştığımı hissetmeye başlıyordum ya da orada bir yerden beni izleyenleri daha da eğlendirmeye başlıyordum. Bir önemi yok, benim için bu hayat demeye bin şahit isteyen ve yine bir kesinliğe sahip olamayan durum içerisinde en çok değer verdiğim insanın, babamın anısıyla oynayarak bana acı çektirmeye kalkışmışlardı. Acını ne demek olduğunu anlamalarının zamanı gelmişti. Benim irademle savaşmayı onlar arzuladı. Arzuları onların sonunu müjdelesin, ben onları keyifle seyre koyulmuş iken...
Artık ne çekiniyorum ne de korkuyorum diğer insanların arasına karışmaktan. Ölümleri ne kadar kısa bir zaman diliminde onları alıp götürse de artık onlarla birlikte yaşamaya gayret ediyorum. Haftalar ardı ardına sıralanırken ne mutlu ki henüz bir kabus dahi mutluluğuma gölge düşürmüş değil.
İnsan olduğumun farkına vardım, evet bu doğru çünkü uzun zamandır çok ama çok tuhaf bir yaşam sürüyordum. Zaman o kadar hızlı geçiyor ki bunun sebebini unuttum. Bir sebebi olmalı hem de öyle basit bir şey değil. Ama neydi bir türlü hatırlayamıyorum.
Hatırlamak, meğer ne de güzel bir uğraşmış. Artık geçmişi gözümün önüne getirmeye uğraştığımda korku değil huzur kaplıyor bedenimi. Sanki geride bıraktığım o tuhaflıklarla dolu korkunç anılar bana ait değiller. Biraz daha uğraşsam onların uzun ve korkunç bir kitaptan ibaret olduğunu ve nihayet bu iğrenç kitabı okumaktan vazgeçtiğimi düşünmeye başlayacağım.
Yaşanmış günler kolay unutulmuyor ama zihnin uzak köşelerine istiflenebiliyor. Ama dikkatli yerleştirmeli yoksa beklenmedik bir anda karşınızda belirebilir.
Uzun zaman boyunca ikamet ettiğim o eski, harap evden bugün ayrıldım. Kilometrelerce uzaklıkta ne bir insan ne de her hangi bir medeniyet ışıltısı olmayan bu yeri bir sebepten ötürü seçmiştim ancak çok iyi bir şekilde istiflediğim ve yerini bir türlü hatırlayamadığım anılarım benim önüme bir set çekiyordu.
İçimdeki mutluluk beni sarhoş etmişti adeta. Ne kadar zamandır anılarımla boğuşarak yürüdüğümü bilmiyorum ama bazı sesler işitmeye başlayarak zihnimin arka köşelerinden sıyrılıp hayata dönüyorum bir bakıma. Bu ses duymaktan çekindiğim tarzda seslere çok uzak çünkü bu bir çocuğun masum gülüşünün sesi.
Bir çocuk görmeyeli uzun zaman oluyor. Uzun zamandır görmediğim medeniyete ısınmak pek de kolay olmayacak anlaşılan. Sonra bir şeyler oluyor çocuğun gözlerimin içine bakmasıyla kalbimde bir acı hissediyorum. Adını bile anımsayamadığım bir duygu hissediyorum. Çocuk bana masumiyet taşıyan bütün güzellikleri anımsatıyor.
Küçük ayaklarıyla yanı başıma geliyor ve gülümsemesiyle yüreğimi ısıtıyor. Bu sevgi, hiç şüphe götürmez ki sevgi. Hayat bir başka güzel görünmeye başlıyor gözlerime, yapraklar daha da parlak bir yeşilde adeta artık.
Ne büyük bir ahmaklıktır benim bunca yıldır yaptığım, niçin sevmek sevilmek varken kaçıp gittim ki uzak diyarlara? Ne oldu da yenik düştüm bitmek bilmez kabuslara?
Çocuk bana uzun yıllar önce kaybetmiş olduğum ve şimdi de kazandığımı sandığım masumiyetimi hatırlattı. Kim olduğumu neden burada olduğumu umursamadan kollarıma atıldı ve bol miktarda bulundurduğu sevgisini benimle paylaştı.
Sonra ağlamaya, haykırmaya başladı. Ne olduğunu dahi anlayamadan bana yumruklar tekmeler savuruyordu ve ellerimden düşüverdi. Gördüğüm manzara akıllara durgunluk verir cinstendi. Çocuk yanıyordu adeta. Vücudunda yanık izleri oluşmuştu bir elin parmakları şeklinde...
Sonra zavallı çocuk acılar içinde kıvrandı. Ona yardım etmek için davrandım ama her dokunuşum o zavallı bedende kapatılamayacak denli ağır yaraların peydahlanmasına sebep oluyordu...
Aklımı kaybetmek üzereydim sanki başım çılgınca dönüyor, görüntüler netliklerini yitiriyorlardı. Aradığım hatıralarım zihnimde hayat bulup gözlerime yansımaya başlıyorlardı.
Rüzgar, ruhumu tenimin sıcaklığından koparıp atmak arzusu içinde. Gözlerim kapalı ya da hava karanlık, bilmiyorum ama rüzgarı hissetmek onun sayesinde kendimi bir kez daha bulmak huzur verici. Sürekli ilerliyorum rüzgara doğru ama hiçbir yorgunluk belirtisi yok. Ne kadar garip bir durum.
Duyularım yavaş yavaş işlevselliklerini kazanmaya başlıyor. Bir atın üstündeyim, uçsuz bucaksız bir vadide dört nala ilerliyorum.Yalnız değilim, bunu bilmek hiç olmadığım kadar mutlu ediyor beni. Bir topluluğun parçası olmak çok güzel çünkü yalnızlık bana göre değil. Belki de bu düşünceler uzun geçen yalnızlığımın ardından oluştu. Olabilir ve de değişebilir. Bilmiyorum, lakin şu anda tek arzum yaşadığım mutluluğun tadına varabilmek doyasıya.
Sonra rüzgarın değdiği elimi, tenimi görüyorum. Neye uğradığımı şaşırıp kalakalıyorum atın üzerinde. Daha doğrusu düşüveriyordum az kalsın. Tenim aynı değil, ben aynı değilim. Hesaplamaktan dahi vazgeçtiğim yıllar boyunca ben hep aynıydım, ne tenimde ne rengimde hiçbir değişiklik olmuyordu, ne de hayallerle karışık anılarımda.
Tuhaf giden bir şeyler olduğu aşikardı. Nasıl anlatayım bilemiyorum ama sanki ben, ben değildim aynı zamanda da bendim hiç olmadığım ve hissetmediğim kadar.
Nasıl yapacağımı bilmesem de düşünür düşünmez tuttuğum ip tarzı şeyleri kullanarak atı durdurdum. Ve indim. Ayaklarımın altındaki yeri hissetmek bile huzurla dolduruyordu aciz bedenimi. Aciz, evet anılarını ve kendini dahi bilmekten aciz bir beden hatta ruha sahibim. Hayır, bütün suçu bedene ve ruha atmak yanlış suçu kabullenmeyi öğrenmeliyim, acizim diyebilmeliyim.
Benim durmamın ardından yaklaşık beş dakika sonra yirmi kadar atlı yaklaştı bana doğru. Suratlar bir şekilde tanıdık geliyorlardı ama hatırlayamıyordum. Nasıl iğrenç bir duygu biliyorum bu kadar gönülden sevdiğim insan etrafımdayken onlara karşı neden böyle bir sevgi duyduğumu bile anımsayamıyorum.
Sonra atlardan inmeye başladıklarında boyca daha kısa olduğumu, bir çocuk olduğumu görüyorum. Daha bir çocuğum, beynimde fırtınalar kopuyor, dilime üst üste kilitler vurulmuş adeta konuşamıyorum. Göz yaşlarımın önüne setler çekilmiş, ağlayamıyorum. Hatırlayamıyorum.
Bir çocuğun bedenine kısılmış, duygu fırtınalarım içerisinde çırpınıyorum. Ama bir şekilde kendimi hiç olmadığım kadar benmişim gibi hissediyorum.
Ne istediğimi biliyordum ama ona birden ulaşmak beni korkutmuştu. (III. 236)
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Dünde Bıraktıklarım
-
▼
2007
(28)
-
▼
Nisan 2007
(19)
-
▼
20 Nis
(19)
- Ya cin! Ya cin! Ya cin!
- Yıldızlar...
- Acı verse de yazmak gerek...
- Rüzgar...
- Maurice VON BATTERSTEIN
- Bir katil doğuyor kanların içinden...
- Koridorun sonundaki oda
- İyi Bilirdik!..
- Adını Yazmaya gerek yok, çoktan kalbime gömdüm ben...
- Hava bugün çok ama çok güzel...
- Deja vu
- Kehanet
- O
- O SENE HİÇ KAR YAĞMADI
- EL-RAHN I.KISIM
- Hayat Irmağı
- Kağıttan gemiler yapmak
- Yalnızlık
- ...
-
▼
20 Nis
(19)
- ► Temmuz 2007 (1)
-
▼
Nisan 2007
(19)
-
►
2008
(115)
- ► Şubat 2008 (1)
- ► Mayıs 2008 (80)
-
►
2009
(33)
- ► Eylül 2009 (1)
Nexus
- Eren
- İstanbul, Türkiye
- Söyleceklerim olmaya devam ettikçe burada olacağım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder