Cuma, Nisan 20, 2007

O

Hayat artık benden çok ama çok uzaklarda yol alan bir gemi. O gemi ki yelkenlerini rüzgarla doldurmuş henüz adı verilmemiş o devasa su kütlesinde seyrederken ben yüzüyorum bu sonsuz suların bağrında. Kollarımda derman kalmayıncaya dek yüzeceğim ve sonra bırakacağım ruhumu bu denizin, okyanusun, yahut her neyse onun bağrına. Ve ebedi yolculuğumda bir yola daha sapacağım. Kim bilir belki de bu yol herhangi bir sokaktan farksız olacak ya da ana yolun ta kendisi olacak. Bilemem bunlar sadece tahminler, umutlar, hayaller ve hayal kırıklıkları şimdilik ve gelecek günlerin bunları ve nicelerini nasıl önüme dizeceğini bilemem ama bilmek isterdim hem de tahmin dahi edemeyeceğiniz ölçüde çok isterdim.
Ben kim miyim? Sanki bu soru geliyor kulağıma. Ne önemi var ki bu sorunun cevabının. Asıl önem arz eden yazacaklarımdır. Merak mı ettiniz? Lütfen inkar etmeyiniz meraklarınızı ki şayet erteleyecek ya da saklayacak olursanız onları, sizi içten içe kemireceklerdir onlar. Güvenin bana. Diyorum ama güvenmeyeceğinizi biliyorum. Çünkü insanların zaafları vardır. Bu zaaflar ki birçoklarının akıbetlerini ölümle sonlandırmışdırlar.
Gündüz gözüyle gördüğünüz rutin şeyler size ne hissettirir tahmin edebiliyorum. Çünkü ben de bir zamanlar sizler gibiydim. Bu rutinden sıkılırdım. Şimdi ne mi oldu bana, aslına bakarsanız hiçbir şey olmadı da diyebilirim. Çok mu alengirli oldu, olabilir. Rutinleri yazmak ne kadar kolaysa onların sakladıklarını yazmak da bir o kadar zordur. Zor kelimesini özünde yatandır. Zordur, çok ama çok zordur.
Bu dünyada görebildiklerinizden başka hiçbir şeyin var olmadığına inananlardansınızdır herhalde çünkü sizin gibilerin yani bahsettiğim gibilerin sayıları oldukça çok artık. İnsan çok çabuk unutuyor değil mi? Artık körüz hepimiz ne yazık ki. Göremiyoruz gözlerimizin bize vaad ettiklerinden ötesindekileri.
İnsan bedeni çok ince bir dengede yaratılmıştır. Bu dengede her duyumuza bazı sorumluluklar yüklenmiştir. Duyarız bir ölçüde ama duyamadıklarımızı görürüz, ya göremediklerimizi onları ise hissederiz. Evet sevgili dostlarım, biz artık hissetmiyoruz. Bundan sonra biz diyesim gelmiyor ne yazık ki. Çünkü ben hissediyorum.
Bundan yıllar öncesindeydi. O gece onu gördüm ve o da beni görüyordu bunu tarif etmek oldukça zor. Ne diyebilirim ki yaz sıcağında ürpermek hatta titremek gibiydi. Bir çocuktum o zamanlar, gariptir o güne kadar pek ağlamamıştım ama o gün gözlerimden akan gözyaşlarıma engel olamadım. Korkuyordum, o ana kadar görmediğim bir şeydi bu. Bir an bunun rüya olabileceği geldi aklıma. Herhangi bir hareketi yapmaktan acizdim. Kıpırdayamıyordum.
Onun bakışları ruhumu bedenimden söküp atıyordu adeta. Korkuyu iliklerime kadar hissediyordum onun beyaz bedenine bakarken. Bedenine oranla çok daha yoğun ve derin beyazlıktaki gözleri bedenimde kapatılamayacak yaralar açıyordu sanki. Ama yaralı değildim bedenen, yaralar ruhumu deşmişlerdi. Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı.
Bana yaklaşmaya başladı. Beyazlığı karanlığı soğuruyordu adeta. Sonra o korkunç elini yüzüme doğru uzatmaya başladı. Korkunç diyorum evet kesinlikle öyleydi. Sivri beyaz tırnakları vardı, tırnaklarının tutunduğu parmakları neredeyse yetişkin bir insanın parmakların iki katıydı ve sanki bu uzunluğa boyun eğmişçesine bükülmüşlerdi, hiç düz olmamışçasına. Ve eli sımsıkı olmuş gergin bir kas yığınıydı ama buna rağmen oldukça zayıftı. El git gide bana yaklaşyordu.
Sonrasını hatırlamıyorum. Ne yazık ki bayılmış olsa gerek zavallı zayıf bedenim.
Evet, daha önce de demiş olduğum gibi o günden sonra hiçbir şey eskisi gibi olmadı. Artık dünya benim için eski dünya değildi. Ve artık burada yalnız olmadığımızı biliyordum. Burada kesinlikle yalnız değildik. Ve arayışım o şeyi bulmak adına yoğunlaştı. Kimisi karabasan dedi kimisi de basit bir kabus dedi. Ama ben biliyordum bu kadar basit olamazdı ve demiyorum ki kabuslar ve karabasanlar basit şeyler, ben onlara bahşedilen anlamların basitliğinden bahsediyorum.
Arayışlarım sonsuzluğun çukurlarında tek bir saç telini aramak gibi bir şeydi. Ve o bana o geceden sonra hiç o kadar net bir şekilde görünmedi. Ama her beni izliyordu bir yerlerden ve bu his hiçbir zaman yerini huzura bırakmayacaktı sanki. Velhasıl geçen gece yeni bir düş gördüm. Sonsuzmuş gibi gelen bir çayırda koşuyordum. Yeşilin her rengi buradaydı sanki. Sonra yanımda bana eşlik eden o güzeli gördüm. Bu kadar güzel olamazdı bir insan. Bu güzellik çok fazlaydı bir insan evladına. Bu bir melek yahut onun gibi bir şey olmalıydı. Ve düşlerimin bana getirdiği bu güzelle koştum, rüzgarı bedenimde mutluluğuysa ruhumda doyasıya yaşayarak.
Ve erkekliğimi yaşadım onunla. Beni tamamlıyordu adeta, bedenimin diğer parçasıydı o. Mutluluk denizindeydim artık. Aşkının sarhoşu olmuştum. Ne kadar inanmak, hatırlamak istemesem de bu bir rüyaydı. Ve günler geceleri kovaladı, artık ayrılık vakti çok yakındı bana. Ve o anda onun da bu durumdan haberdar olduğunu hissettim. Ve o masum bakışlarındaki huzur verici güzellik sözlerine aktı, o sözler de ömrüme ömür kattı adeta.
Bana onu bir daha göreceğimi ve eğer arzularsam onu sonsuza dek ayrılmak zorunda kalmayacağımız bir yerde bulabileceğimi söyledi. Ve artık gitmesi gerektiğini ekleyerek sonlandırdı o güzel tınısını konuşmasının ve dudaklarını dudaklarıma yaklaştırırken hissettim bir buz yeli gibi nefesini. Sonra bir veda öpücüğü verdi bana, dondurucu ve bir o kadar da tutkuluydu. Sanki o öpücük beni sonsuza dek ona bağlamıştı. “Cevabını verdiğinde sana yolu gösterecek” gibi bir şeyler mırıldandı ve sonra aniden beliren bir sisle kaybolup gitti.
Sonra düşüyormuşum gibi hissettim ve kalbim neredeyse yerinden sökülüp gidecekmiş gibi çarparken ter içinde uyanıverdim yatağımda, beyaz çarşaflar içinde.
Neden öyle dediğini anlayamıyordum. Cevabımı zaten vermiştim. Sonsuzluğu onunla paylaşacaktıysam cevabım kesinlikle neresi olursa olsun gitmekten yanaydı onun yanına.
O kadar da yaşlı bir bedene sahip olmadığımı tahmin ettiğinizi ummaktan vazgeçip bir lise öğrencisi olduğumu bildirme gerekliliğini hissettim şu anda. Hiçbir zaman gerekçeler üzerine uzun süreler kafa patlatmadım şimdi de niçin bunu yazdığımı uzun uzun anlatmayacağım. Belki de bu dünyadaki vaktim kısalıyor, bu nedenden ötürü yazmaktan çekiniyorum, evet belki de bu olabilir. Ama bana göre her şeyin bir zamanı vardır ve ilahi gücün takdir ettiği zamanlarda vuku bulacaklardır bu olaylar. Neyse çok uzattım lafı.
O gün okulumun kapısından içeri girdiğimde gayet normal bir güne başlıyor gibi hissettim kendimi. Uzun zamandır hoşlandığım kız yine aynı tavırlarla kendini bir yaklaştırıyor bir uzaklaştırıyordu benden. Ne olduğunu bilmiyorum, belki basit bir aşk oyunu ki hissettiklerim kesinlikle aşk değil o kıza karşı ya da basit bir çelişkide hapsolmuş o da.
Onunla boşuna zaman harcadığımı düşünsem de bedenim ona ya da onun hemcinslerinden birine ya da birçoklarına mecbur. Bedenim bunu çok sık hissettirmeye başladı bu günlerde. O bir araç kesinlikle bir amaç değil, olmadı ve olmayacak. Dün gece rüyayla karışık yaşadığım o duygulara yol veren güzelde buldum ben aşkı. Sonsuz bir mutluluktu yaşadıklarım. Adeta bir dakikanın içine hapsolup haftalar, aylar geçirmiştik birlikte, yeşilliklerin bağrında güneş ısıtırken aşkla çoktan yanıp kavrulmuş bedenlerimizi bir kez daha. Onu tahmin sınırlarınızın haricinde diye tanımlayabileceğim bir ölçüde seviyordum. Sonsuzluktan öte bir kavram bulamıyordum kelime dağarcığımda ne yazık ki. Ve bu sonsuz aşkın kölesi olmuştum adeta. Bedenim her an o güzeli arzuluyordu ve onsuz geçen her an aldığım her soluk beni boğuyordu adeta.
Şimdiye kadar tanımadığım duyguları tatmıştım onunla beraber ve belki de bunların hepsi sonu çoktan gelip geçmiş güzel bir rüyanın parçalarından ibarettiler. Böyle olduğuna inanmak istemiyorum. O kesinlikle var olmalı ve bedenim onunla aşka doymalı. Belki de hissettiklerim yoğun bir cinsel arzunun etkilerinin ruhumdaki tezahürlerinden ibaret. Bilmiyorum eğer tüm bunlar birer yalan ve rüyadan ibaretlerse bilmeyi de arzulamıyorum.
Zaman onu takip etmemden vazgeçmemi umuyormuşçasına hızla akıp geçerken ben de onu bir gün olsun daha şaşırtıyor ve takip ediyorum zar zor. Artık rutin haline gelmiş bazı şeyler bana gereksiz geliyor hayatımda. Bir insan olarak bu dünyadaki hayatım sorguluyorum. Niçin burada, böyle duruyorum ya da neden bu satırları yazıyorum şu anda ve bunları yapışımın altındaki tetikleyici sebepler beni hangi yöne doğru sürüklüyor? Bu sorulara cevap vermek oldukça zordur. Lakin imkansız değildir.
Bugüne çok da uzak olmayan bir zaman dilimi içersindeyken bu dünyadaki amacımın ölümsüzlük olduğuna kanaat getirmiştim. Bakıyorum da hala bu davada çaba sarf ediyorum. Neden mi? Cevabı zaten gözlerinizin önünde akıp gideduran satırlarda saklı ya da apaçık duruyor. Bu kesinlikle size bağlıdır.
Ve ölümsüzlüğe biyolojik olarak ulaşamayacağımı öğrenince yahut bu durum bana zorla öğretilince derin bir hayal kırıklığıyla baş başa kaldım. Kesinlikle büyük bir hayal kırıklığıydı bu çünkü hayatımı ona göre planlamıştım ve ömrüm zamanın akışına karşı koyarken hayat pınarından yudumlar almayı da ihmal etmeyecekti. Ne yazık ki hayal kırıklığıyla tanışmak da gerekiyordu ve bu olay ne kadar erken olursa acısı da o denli az olacaktı. Hayal kırıklığına uğradığın konunun ciddiyetine ve zamanına göre akıl sağlığını dahi kaybetmek mümkün olmaktadır.
Ve ne mutlu ki hala akli sağlığımı muhafaza etmekteyim. Ya da hala öyle olduğunu hayal ederek yaşamaya devam etmekteyim ki bunu düşünmek bile hemencecik keyfimi kaçırmaya yetiyor.
Sonra, gelen günler boyunca okudum. Okuduğum her satırda ölümsüzlük arzusunu bir kez daha tattım. Birçokları bu arzularını dindirmek uğruna kendilerini satırların ve harflerin bağrına hapsetmişlerdi ve yazıları onların hayatlarının tek amaçları olmuşlardı. Lakin bu fikirler bana pek de inandırıcı gelmiyordu sadece çok kapsamlı bir hayalden ibaretti ve ne kadar da büyük birer hayal olduklarına da bakarsak, ölüm vakti gelip çattığında yaşatacağı hayal kırıklıklarının boyutları da inanıyorum ki benim için olduğu kadar sizler için de aşikardır.
Ve bana göre yazmak bir aşktı ve aşk sadece karşı cinse duyulan cinsel dürtüden ibaret değildi. Aşk onu aradığın her yerdeydi. Ağaçta, denizde, kumda ve hayal edebildiğin yahut hayal gücünün ötelerin dahi ulaşan her yerdeydi. Ve ben aşkta bulum benliğimi. Yazmak ve okumak birer aşktı ve aşkı tatmak duyuların en güzeliydi. Sandığınızın aksine ben düşüncelerimi ölümsüz kılmak için değil sonsuz mutluluğa ulaşmayı hayal ettiğim için yazdım. Yani anlayacağınız ben mutlu olmak arayışı içerisinde kaybolmuş bir yolcuyum. O yolcu ki mutluluğu önceleri çok kereler tatmış ama aradan geçen zaman ona mutluluğun tadını dahi unutturmuş.
Belki çok anlamsız oldu mutluluk uğruna yazmak ama durum bundan ibaretken bunu çarpıtmak yalanlara sığınmak demekti ve aşkı bulduğum satırlardan kafamı kaldırdığım sınırlı zaman dilimlerinden birinde onunla göz göze geldik. Ve gözleri gözlerime tutkuyla dolu kaçamak bakışlar atarken kalbimdeki şiddetli çarpıntıyı hissettim. Daha önce hiç olmamıştı böylesine bir heyecan evet bir heyecan. Bu aşk değildi, olsa olsa karşılıklı cinsel etkilenmeydi ve heyecana yol veriyordu tenimin derinliklerinde. Niye hala aşkı, sevgiyi ve heyecanı sınırlandırmaya ve kalıplara hapsetmeye çabalıyorum bilmiyorum. Belki de cevap da bilmememden ileri geliyordur. Evet, durum kesinlik bilmeyişimdendir. Çünkü beni adem bilmediğine karşı hırçındır ve ister ki bilmedikleri onun aklına ve gözüne bilinir kılınsın ve belki de ben de içimdeki alevi bilinir kılmaya çabalıyorum.
Velhasıl uzun zaman duygularımın içinde hapsoldum. Ve ben artık bildiğim yahut bildiğimi sandığım ben deildim, değişmiştim. Geri dönülmesi olanak dahilinde olmayan bir yola girmiştim.
Rüyalarımı süsleyen güzeli hasretle bekleyerek geçiriyordum artık günlerimi ve gecelerimi. O güzelin ruhumda bıraktığı her şey güzelliğin tezahürleriydi adeta. Sanki o güzel Platon’un bahsettiği İdealar Dünyası’nda çıkagelmiş güzellik ideasıydı. O adeta dünyadaki güzelliğin kaynağıydı ve o kaynak ki benim kana kana içtiğim yaşam pınarımdı. Onsuzluk, onun varlığın bir yerlerde beni bekliyor olduğu gerçeğinden mahrumiyetimi, mahrum olduğum günleri düşündükçe boşa geçmiş yıllarımın ardından bir ağıt tutturmak geldi içimden.
Ve sonra hemencecik vazgeçtim bu anlık fikirden. Çünkü ben bir amaç uğruna yaşamıştım onca sene ve onun varlığına ulaşmak uğruna birçok araç kullanmıştım. İşte tüm bu arcılar, araçlar onu gördüğüm, görmüş olduğum günün tam anlamıyla o gün olması için vuku bulmuşlardı.
Artık ne korku vardı tenimin içerisindeki ruhumda ne de mutluluk ve heyecan haricinde kalan karamsarlıkla eşdeğer başka bir duygu. Artık ben, benliğimi onun benliğinde hissediyordum. Sanki o yanı başımdaydı ve belki de gerçekten yanı başımdaydı lakin gözlerimin görebildiği renklerden çok uzaktaydı.
Velhasıl arzular bir şelaleyse ben o şelalenin dibinde, arzulardan kana kana içen ve sarhoşluktan yıkılıncaya kadar arzularında yıkanandım. Ve beni onun varlığını hayal etmekten hiçbir şey mahrum kılamazdı. Onu tam da kalbimin ortasında hissediyordum. Ve onun bana bahsettiği zamanın gelip çatmasını hasretle bekliyordum.
Kah bir içki şişesinde kah bir tiyatro sahnesinde arıyordum onu. Ne yazık ki bulamadım günler birbiri ardına doğup batıyor ve aylara denk geliyorlardı. Artık bitap düşmüştü bedenim, gelmeliydi aşkım. İnanmak istemiyor tutunuyordu onun hayaline ruhum ama bir kenardan da sapkın, belki de gerçeğin ta kendisini ifade etmekte olan düşüncelerim kemiriyordu hayallerimdeki güzelin tezahürlerini. O düşünceler ki aklımdan savuşturmaya çalıştıkça bir virüs gibi yayıldılar ruhuma ve bedenime.
Artık bir elin parmaklarıyla sayılıyordu güneşin gezegenimi dolaşmaları bir ucundan diğer ucuna dek aşkımı ilk gördüğüm andan sonra.
Hayallerden ibaretti aşkım ve onun gelmesini bekledim. Rüyalarımda vuku bulduysa bile rüyalara yattım günler ve geceler boyu onu rüyalarda da olsa görebilme umuduyla.
Bu yazıda aşkımın ilk anlatılışı bir rüya ileydi. Ruhum hala öyle olmadığını savunuyor. Ve ruhum haklı o bir gün tekrar gelecek kollarıma ve ısıtacak onsuz geçen her gün biraz daha soğumuş, buz kesmeye yüz tutmuş yüreğimi arzularımla. Ve sonsuza kadar sarıp sarmalayacağım onu, bir daha bırakmayacağım, gidip beni benle bırakmasına izin vermeyeceğim. Tutkum gözlerimi köreltmeye başlıyor. Buna engel olmalıyım ve arzularıma dizgin vurmalıyım.
Ama söylemesi kolay ancak bunu yapmaya gelince biliyorum ki durduramayacağım içimden gelen azgın duygu selinin köpüklü sularını.
Bu gece içimde bir his var, o gelecek hissediyorum. Tüylerim diken diken oluyor. Gözlerimden tarifi imkansız yaşlar boşanıyor korku nedir bilmezken ve anlamsızlaşmaya başlıyor her şey, her yeri karanlık kapladığında. Ama diyorum, o geliyor. Niçin korku var bedenimde ve niçin içimde mutluluğu ve korkuyu aynı anda yaşıyorum.
Perdeyi aralayıp derin gökyüzünü seyre koyuluyorum. Sonsuz derinliklerdesin, hissediyorum ve bana geliyorsun. İnkar etme, o geceden sonra, o yeşillerin arasındaki günden sonra artık birbirimize bağlandık bunu inkar etme güzelim diyorum sessiz çığlıklarımda.
Ama duyulmuyor biliyorum ki çığlıklarım hiçbir beni adem tarafından. Önemli mi sanki bu ben isterim ki o duysun ve kollarımda bulunsun. Artık bu sevdadan çektiğim acı yeter güzeller güzeli. Gel ve al beni koynuna, gerekirse götür senin diyarına. Seninle olduktan sonra her yer bana güzel gelir aşkım...
Ve kapı kolundaki tıkırtı kalbimi bir anda durduracakçasına heyecanın seline sürüklüyor. Kapı yavaşça açılırken delicesine atan kalbim hariciyetinde bir ses gelmiyor kulaklarıma. Ve onu görüyorum onu. Benden korkuyu alıp götüreni bekler iken korkularımın ta kendisini görüyorum.
O tam karşımda duruyor. Tarif edilemez korkular ruhuma ızdırap olurken gözlerimden oluk oluk kanlı yaşlar geliyor ve onun sesiyle, aşkımın sesiyle; “ İşte tatlım söz verdiğim gibi seni almaya geldim....”

Hiç yorum yok:

Dünde Bıraktıklarım

Nexus

İstanbul, Türkiye
Söyleceklerim olmaya devam ettikçe burada olacağım.