Dudaklarının tuzu geliyor gece aklıma,
Tenin geliyor uyandığımda
Gözlerimi açarken yüzün geliyor aklıma
Sesini arıyorum odamda; yoksun
Çek git başımdan
Hain kız söyle nerdesin,
Beni unuttun mu dediğin gibi
Deme böyle inanmam,
Gülüşlerin geliyor aklıma…
Çek git başımdan
Kahvaltıda tat yok şimdi
Önceden var mıydı?
Bir hatırlasam…
Çay mı kahve mi karar veremiyorum…
Çek git başımdan
Elimi neye atsam vazgeçiyorum,
Ne yazasım var,
Ne okuyasım…
Kalem elimde, tahmin et kim aklımda?
Çek git başımdan
Ne istediğimi biliyordum ama ona birden ulaşmak beni korkutmuştu. (III. 236)
Çarşamba, Haziran 11, 2008
Aksime Karşı
Deniz sade, düz…
Sabahın körü, gün yeni ağarmış
Dalga yok, kusur yok…
Denizde aksime karşı, düşünceli…
Biraz dur diyorum kendime karşı
Dursan, dursam diyorum…
Ayrılık çok acı,
Mevsimlerin hiç birine sığdıramıyorum,
Zamanın dışında…
Hiç birine kin duyamıyorum…
Zaman dursa, bir dakikaya milyonlarcası sığsa
İçinde de bir ben, yeter, fazla bile…
Havlumu betona serdim,
Döndüm bir geri baktım,
Bir derinden iç çektim
İçimde her ne varsa attım suya…
Sabahın körü, gün yeni ağarmış
Dalga yok, kusur yok…
Denizde aksime karşı, düşünceli…
Biraz dur diyorum kendime karşı
Dursan, dursam diyorum…
Ayrılık çok acı,
Mevsimlerin hiç birine sığdıramıyorum,
Zamanın dışında…
Hiç birine kin duyamıyorum…
Zaman dursa, bir dakikaya milyonlarcası sığsa
İçinde de bir ben, yeter, fazla bile…
Havlumu betona serdim,
Döndüm bir geri baktım,
Bir derinden iç çektim
İçimde her ne varsa attım suya…
Yoksun Değil Mi
Sesin mi kısıldı
Bakma öyle, içim tuhaf
Konuşsana…
Burayı hatırlıyorsun
Biliyorum
Kaç yıl oldu?
Bu günü, günümüzü unutmadın
Biliyorum
Nerelerdeydin?
Her şey siyah beyaz
Eylül sabahında
Elinde son mektup…
Bunca zamandan sonra
Aklında mı
Aklında mıyım?
Konuşsana…
Şu ağacın yanındaki gülün dalından
Şu banktan…
Yoksun değil mi?
Yıllar beni de tüketti
Sevdiysem suç mu?
O son vedada kaldım ben,
Şimdi aklım da gidiyor
Ben kalmaktan yanayım…
Bakma öyle, içim tuhaf
Konuşsana…
Burayı hatırlıyorsun
Biliyorum
Kaç yıl oldu?
Bu günü, günümüzü unutmadın
Biliyorum
Nerelerdeydin?
Her şey siyah beyaz
Eylül sabahında
Elinde son mektup…
Bunca zamandan sonra
Aklında mı
Aklında mıyım?
Konuşsana…
Şu ağacın yanındaki gülün dalından
Şu banktan…
Yoksun değil mi?
Yıllar beni de tüketti
Sevdiysem suç mu?
O son vedada kaldım ben,
Şimdi aklım da gidiyor
Ben kalmaktan yanayım…
Senden Kopmak O An
O an senden kopmak ölümle eşken
Onlarca anı seni unutarak tükettim
Olağan olan da bu ya; unuttum
Yapmam gerekeni mi yapmamı istediğini mi,
Yaptım işte en nihayetinde,
Gecenin üçü sanırım,
Uykum yok, geceyi dinliyorum,
Gündüz duyulmayan ne varsa kulaklarımda
Klavyemin tıkırtısı bile bu kadar mıydı dedirtiyor
Sabaha az var, unutuşların şerefine şimdi,
Duvarlar var dört yanımda
Yaşam boşluklarım,
Balkona bakar bir kapı, eve bakar bir diğeri,
Bunlar da olmasa…
Yaşam da bu ya, kapılar açıp kafeslere girmek…
Senden ayrılırken ne ağlamıştım
Sen giderken,
Bir daha hiç mutlu olamam sanmıştım
Sen giderken,
Hiç sevemem sanmıştım,
Uzun bir gece, belli,
Geçmek bilmiyor
Sen nerdesin şimdi
Niye aklımdasın hala
Çek git başımdan!
Onlarca anı seni unutarak tükettim
Olağan olan da bu ya; unuttum
Yapmam gerekeni mi yapmamı istediğini mi,
Yaptım işte en nihayetinde,
Gecenin üçü sanırım,
Uykum yok, geceyi dinliyorum,
Gündüz duyulmayan ne varsa kulaklarımda
Klavyemin tıkırtısı bile bu kadar mıydı dedirtiyor
Sabaha az var, unutuşların şerefine şimdi,
Duvarlar var dört yanımda
Yaşam boşluklarım,
Balkona bakar bir kapı, eve bakar bir diğeri,
Bunlar da olmasa…
Yaşam da bu ya, kapılar açıp kafeslere girmek…
Senden ayrılırken ne ağlamıştım
Sen giderken,
Bir daha hiç mutlu olamam sanmıştım
Sen giderken,
Hiç sevemem sanmıştım,
Uzun bir gece, belli,
Geçmek bilmiyor
Sen nerdesin şimdi
Niye aklımdasın hala
Çek git başımdan!
Beyaz Oda
“Çek git başımdan!”
Hıçkırıklar, ardı arkası kesilmeyen hıçkırıklar. Gözlerim doluyor, tüylerim ürperiyor. Görüntüler sabitlenmiyor, sürekli o ana dönüp duruyorum. Ellerimi yüzüme kapasam da görüntüler hep orada, aklıma sızdılar, hıçkırıklar…
“Sen hiç bir rüya olduğunu bile bile…”, devamını getiremiyorum, konuşamıyorum. Belki ayna yerine biri olsaydı bu kadarını bile söyleyemezdim. Gözlüklerimi çıkarıp masaya bırakıyorum, defterim açık, sayfalar çizik dolu, hep beyaz yapraklı olanları sevdim, hep…
Kapı çalıyor, bakmalı mıyım? Bu sorunun cevabını verebileceğimi zannetmiyorum, alışkanlıklara uymalıyım, gayri ihtiyari bir devinim ve kapı sonuna dek açık;
“Merha… Senin neyin var böyle, ne oldu? Konuşsana…”, telaşlı konuşmasının hızına ayak uyduramıyorum, başım dönüyor, her yer film karelerine dönüşüyor, bense düşüyorum. Karanlık var sonra.
Uyandığımda yatağımdaydım. Bembeyaz çarşaflar, sımsıkı sarılmışım yorgana, sımsıkı. Beyazdan ne kadar da nefret etsem de çok güzel şimdi, ayrılmak gelmiyor içimden,etrafa bakınıyorum. Beyazlar hep hastane odasını hatırlatıyor, sessiz geceleri, mide bulandıran ilaç kokularını, bitmeyen serumları… Midem bulanıyor, kusmamalıyım, her yer tertemiz…
Odamı görmek çok güzel, her yerde anılar… Kitaplarım, en son bıraktığımda bu kadar düzenliler miydi, zannetmiyorum, belki de annem beni yatağa yatırdıktan sonra ben uyanana kadar ortalığı temizlemiştir. Herhalde öyledir.
Ayağa kalkabilecek gibi hissetmiyorum ama lavaboya gitmeliyim, kusmam gerek, her yer çok temiz, kusmam gerek, her yer ilaç kokuyor, her yer bembeyaz…
“Eren, sen hiç bir rüyada olduğunu bile bile ona inanmayı, onu yaşamayı seçtin mi? Söylesene, bir rüyaya sığınıp, saklanacak kadar kendinden kaçtın mı?”
Ayakta kalakalmış bir insan. İşte ben, soruyla donup kalıyorum. Etraf çok inandırıcı, ilk ödülüm, kazandığım kitap seti, en sevdiğim çocukluk fotoğrafım, saatim, ilk yağlı boya resmim… Her şey yerli yerinde… Bir dakika, ama her yer çok beyaz, duvarlar beyaz olmamalıydı, yatak da…
Kapıya yöneliyorum, öğürmeler artıyor, kusmamalıyım…
Kapıyı açıyorum, karşımda o. Uzun siyah saçları yüzüne karışmış, ela gözleriyle bana bakıyor, telaşlı bir sevinç var dudaklarının kıvrıklığında, gözlerinde şefkat, sevgi var… Bir an sanki bir yıla dönüşüyor derken çıtırdıyor; hayallerim parçalanıyor, mutluluklarım ve umutlarım can çekişiyor, gözlerime geri yollayamayacağım denli yaşlar birikiyor. O, … Söylemek, tekrar yaşamak berbat… O, hemşire kıyafetlerine bürünmüş…
İster istemez çarpık bir gülümseme suratıma ilişiyor. İtip lavaboya gidiyorum, ama hayır, olamaz, odamın kapısı hastane koridoruna açılıyor, böyle olmamalı, bari son rüyamda güzel şeyler olmalı, buna hakkım yok mu?
“Yok! Eren, bunu sen de biliyorsun, uzun sayılabilecek bir hayat yaşadın, bu rüya da olması gerektiği gibiydi, bir rüya olduğunu bilerek sen inandın, hadi uyanma zamanı, hadi, hadi…”
“Hayır, uyanmayacağım, bu benim elimde, değil mi, yoksa benimle neden konuşasın ki? Söylesene bunu istememe gerçekten mecbursun değil mi? Şimdi elime düştün işte, defol! Sana diyorum defol, ben burada mutluyum ve kalmaktan yanayım.”
“İyi niyetimi kötüye kullanmamanı tercih ederdim, her şey beni elimde unutma, unutma, sakın…”
Karanlık ve ekşi kusmuk.
“Hasta kendine geliyor, doktor!”, hemşire zarif adımlarla içeri süzüldü, yüzünü kapayan saçlarını eliyle geriye savurdu, kusmakta olan gencin boynunu arkadan destekledi ve temizlemeye başladı etrafı. Sonra koşuşturma oldu birkaç dakika ve beyaz, sadece beyaz…
Gözlerimi tavanda sabitledim. Dişlerimi sıkıyorum, oldukça sıkılar, bir gün şöyle demişti o; “Dişlerini her gün fırçala ki sağlam olsunlar, bir gün dişlerini sıkman gerekecek, yeterince sağlam olduklarından emin olmak isteyebilirsin!”
Evet, her şey senin elinde, görüyorum, ama pes etmiyorum, bir rüya olduğunu bile bile yaşıyorum ve inanıyorum…
Cızırtılar ve hışırtılar duyuyorum, çok uzaklardan, çok…
Sonra, hava defalarca kararıp aydınlanıyor, defalarca, ve o oda hep öyle kalıyor, sabırla dişlerini sıkan ve tavana bakanla beraber, sonra farklı gözlerden, farklı acılarla o kapının dışından içeriye giriyor bir kadın, üzüntüsü her halinden belli, doktora bakıyor, doktor ciddi, soğukkanlı…
“Durumunda bir değişiklik yok, üzgünüm!”
“Onun… Onun yaşadığını bilmek, görmek bile bana yeter, bir an bile ayrılmak istemiyorum yanından, bir an bile…”
“Evet, hanımefendi, bazen bir rüyaya bile inanmak, onu yaşamak ister insan, sizi anlıyorum!”
Suratında hafiften bir gerginlik oldu, göz kapakları gerildi, açılmamak ister gibiydi, annesi doktora korku dolu gözlerle baktı;
“Onun şu anda ne rüyalar gördüğünü bilmemize imkan yok, bence onu rahat bırakalım, ne dersiniz, belki de rüya görmeye devam etmeyi isteyen odur!”, doktor gülümseyerek hastaya bakmaya devam etti…
Bu sesler de ne, kim var orada? Hayır, bu iş seninle benim aramda, hayır, ona dokunayım deme sakın, hayır, uyanmam için iyi bir numara, ama hayır, hayır…
Hıçkırıklar, ardı arkası kesilmeyen hıçkırıklar. Gözlerim doluyor, tüylerim ürperiyor. Görüntüler sabitlenmiyor, sürekli o ana dönüp duruyorum. Ellerimi yüzüme kapasam da görüntüler hep orada, aklıma sızdılar, hıçkırıklar…
“Sen hiç bir rüya olduğunu bile bile…”, devamını getiremiyorum, konuşamıyorum. Belki ayna yerine biri olsaydı bu kadarını bile söyleyemezdim. Gözlüklerimi çıkarıp masaya bırakıyorum, defterim açık, sayfalar çizik dolu, hep beyaz yapraklı olanları sevdim, hep…
Kapı çalıyor, bakmalı mıyım? Bu sorunun cevabını verebileceğimi zannetmiyorum, alışkanlıklara uymalıyım, gayri ihtiyari bir devinim ve kapı sonuna dek açık;
“Merha… Senin neyin var böyle, ne oldu? Konuşsana…”, telaşlı konuşmasının hızına ayak uyduramıyorum, başım dönüyor, her yer film karelerine dönüşüyor, bense düşüyorum. Karanlık var sonra.
Uyandığımda yatağımdaydım. Bembeyaz çarşaflar, sımsıkı sarılmışım yorgana, sımsıkı. Beyazdan ne kadar da nefret etsem de çok güzel şimdi, ayrılmak gelmiyor içimden,etrafa bakınıyorum. Beyazlar hep hastane odasını hatırlatıyor, sessiz geceleri, mide bulandıran ilaç kokularını, bitmeyen serumları… Midem bulanıyor, kusmamalıyım, her yer tertemiz…
Odamı görmek çok güzel, her yerde anılar… Kitaplarım, en son bıraktığımda bu kadar düzenliler miydi, zannetmiyorum, belki de annem beni yatağa yatırdıktan sonra ben uyanana kadar ortalığı temizlemiştir. Herhalde öyledir.
Ayağa kalkabilecek gibi hissetmiyorum ama lavaboya gitmeliyim, kusmam gerek, her yer çok temiz, kusmam gerek, her yer ilaç kokuyor, her yer bembeyaz…
“Eren, sen hiç bir rüyada olduğunu bile bile ona inanmayı, onu yaşamayı seçtin mi? Söylesene, bir rüyaya sığınıp, saklanacak kadar kendinden kaçtın mı?”
Ayakta kalakalmış bir insan. İşte ben, soruyla donup kalıyorum. Etraf çok inandırıcı, ilk ödülüm, kazandığım kitap seti, en sevdiğim çocukluk fotoğrafım, saatim, ilk yağlı boya resmim… Her şey yerli yerinde… Bir dakika, ama her yer çok beyaz, duvarlar beyaz olmamalıydı, yatak da…
Kapıya yöneliyorum, öğürmeler artıyor, kusmamalıyım…
Kapıyı açıyorum, karşımda o. Uzun siyah saçları yüzüne karışmış, ela gözleriyle bana bakıyor, telaşlı bir sevinç var dudaklarının kıvrıklığında, gözlerinde şefkat, sevgi var… Bir an sanki bir yıla dönüşüyor derken çıtırdıyor; hayallerim parçalanıyor, mutluluklarım ve umutlarım can çekişiyor, gözlerime geri yollayamayacağım denli yaşlar birikiyor. O, … Söylemek, tekrar yaşamak berbat… O, hemşire kıyafetlerine bürünmüş…
İster istemez çarpık bir gülümseme suratıma ilişiyor. İtip lavaboya gidiyorum, ama hayır, olamaz, odamın kapısı hastane koridoruna açılıyor, böyle olmamalı, bari son rüyamda güzel şeyler olmalı, buna hakkım yok mu?
“Yok! Eren, bunu sen de biliyorsun, uzun sayılabilecek bir hayat yaşadın, bu rüya da olması gerektiği gibiydi, bir rüya olduğunu bilerek sen inandın, hadi uyanma zamanı, hadi, hadi…”
“Hayır, uyanmayacağım, bu benim elimde, değil mi, yoksa benimle neden konuşasın ki? Söylesene bunu istememe gerçekten mecbursun değil mi? Şimdi elime düştün işte, defol! Sana diyorum defol, ben burada mutluyum ve kalmaktan yanayım.”
“İyi niyetimi kötüye kullanmamanı tercih ederdim, her şey beni elimde unutma, unutma, sakın…”
Karanlık ve ekşi kusmuk.
“Hasta kendine geliyor, doktor!”, hemşire zarif adımlarla içeri süzüldü, yüzünü kapayan saçlarını eliyle geriye savurdu, kusmakta olan gencin boynunu arkadan destekledi ve temizlemeye başladı etrafı. Sonra koşuşturma oldu birkaç dakika ve beyaz, sadece beyaz…
Gözlerimi tavanda sabitledim. Dişlerimi sıkıyorum, oldukça sıkılar, bir gün şöyle demişti o; “Dişlerini her gün fırçala ki sağlam olsunlar, bir gün dişlerini sıkman gerekecek, yeterince sağlam olduklarından emin olmak isteyebilirsin!”
Evet, her şey senin elinde, görüyorum, ama pes etmiyorum, bir rüya olduğunu bile bile yaşıyorum ve inanıyorum…
Cızırtılar ve hışırtılar duyuyorum, çok uzaklardan, çok…
Sonra, hava defalarca kararıp aydınlanıyor, defalarca, ve o oda hep öyle kalıyor, sabırla dişlerini sıkan ve tavana bakanla beraber, sonra farklı gözlerden, farklı acılarla o kapının dışından içeriye giriyor bir kadın, üzüntüsü her halinden belli, doktora bakıyor, doktor ciddi, soğukkanlı…
“Durumunda bir değişiklik yok, üzgünüm!”
“Onun… Onun yaşadığını bilmek, görmek bile bana yeter, bir an bile ayrılmak istemiyorum yanından, bir an bile…”
“Evet, hanımefendi, bazen bir rüyaya bile inanmak, onu yaşamak ister insan, sizi anlıyorum!”
Suratında hafiften bir gerginlik oldu, göz kapakları gerildi, açılmamak ister gibiydi, annesi doktora korku dolu gözlerle baktı;
“Onun şu anda ne rüyalar gördüğünü bilmemize imkan yok, bence onu rahat bırakalım, ne dersiniz, belki de rüya görmeye devam etmeyi isteyen odur!”, doktor gülümseyerek hastaya bakmaya devam etti…
Bu sesler de ne, kim var orada? Hayır, bu iş seninle benim aramda, hayır, ona dokunayım deme sakın, hayır, uyanmam için iyi bir numara, ama hayır, hayır…
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
Dünde Bıraktıklarım
-
►
2007
(28)
- ► Nisan 2007 (19)
- ► Temmuz 2007 (1)
-
▼
2008
(115)
- ► Şubat 2008 (1)
- ► Mayıs 2008 (80)
- ▼ Haziran 2008 (13)
-
►
2009
(33)
- ► Eylül 2009 (1)
Nexus
- Eren
- İstanbul, Türkiye
- Söyleceklerim olmaya devam ettikçe burada olacağım.