Kan, ellerime yavaşça yayılıyor. Ölü bir beden yanı başımda sereserpe uzanmış durumda. Bu izden kurtulmalıyım. Kan sadece ellerime değil, ruhumun derinine de işledi, pıhtılaşıp karardı. Ruhumdaki bu işaret benim bir parçam, benim sonsuz lanetim.
Ellerimi yıkıyorum. Lavaboda daireler çizerek yitip giden kanlı su, ebedi süreceğine kendimi inandırdığım huzurumu da alıp gidiyor. Geriye korku ve acı bırakıyor. Benimle aynı yaşama hakkına sahip bir başka insanın bu hayattaki günlerine bir son verdim. Tanrının bir lütfu olan hayat ırmağının suyunun önüne geçmeye çalıştım. Ama ben sadece bir çakıl taşıyım ya da öylesine değerli olabildiğim hayaliyle avunan zavallının tekiyim. Cesedi bulduklarında hiçbir kaçış ihtimalim olmayacak. Her şey çok açık. Demir parmaklıklar yahut darağacı gözüküyor kederli gözlerime. Korkuyorum, bıraksaydım belki de o beni öldürürdü diyorum ama bu tam anlamıyla bir avuntu. O, masum ve çaresizdi, Öte yandan ben acımasız ve vahşiydim.
Hava kararıyor. Odanın ortasında hala yatan cesede dokunmaya cesaret edemiyorum. Yatağıma uzanıyor ve kabuslarla bezeli rüyalar alemine seyahat için hazırlanıyorum. Kan bana hayat verirken onunkini elinden alıyor. Ben yaşıyorum ve de yaşayacağım herhalde. Çünkü Tanrı adaletlidir. O yaşayıp vicdan azabımla kavrulmamı isteyecektir. Ben de kendi canıma kıyamam. O zaman vicdanımdan merhamet dilenmekten öteye bir kaçış yok, bu zavallı beni ademe.
O gece kendimi bir bataklıkta buluyorum. Fani hiçbir duyguya yer verilmemiş bir diyardayım. Anlamsız hisler çevreliyor ruhumu. Korku, evet korku, korkuyu iliklerime kadar titreyerek hissediyorum. Uçsuz bucaksız bir bataklık yer eyer korkunç dallarını ve kuru yapraklarını garip şekillerde göğe kaldırmış ağaçlar ve yeni yeni duyduğum garip bir koku. Sonra uzaklardan buğulu ve sisli vadinin derinliklerinden gelen sesler işitiyorum.
Ses anlamadığım, lanetli bir lisanmışçasına beni ürkütüyor. Bana gel diyor adeta. Ruhum oraya gitmek istiyor. Ellerim kana bulanmış. Bir katilim. Acınası, iğrenç bir katilim. Ses beni çağırıyor. Artık buna eminim. Çünkü sözler artık anlaşılır geliyor.
‘’Ey kanla mühürlenmiş kişi kaderini izle. Yolunu kendin seç. Ben, ellerindeki kanı temizleyebilirim ama ruhundakini asla!’’ Ellerimi yıkadığımı çok net bir şekilde hatırlıyorum. Ama onun şahdamarından fışkıran kan hala ıslak ve sıcak. Hala ellerimde, hala lekeliyim. Bataklığın pis dumanları ayı kirletirken ilk adımları atıyorum. Koku beni bayıltacak adeta. Ses daha da yakından gelmeye başladı.
Dayanacak takatim kalmadı ve yüz üstü çamurun içine gömülüyorum. Düştüğüm pis su, kutsal zemzem ile Mekke’nin kumunun karışımı adeta. Huzur veriyor lekelenmiş bedenime. Huzuru hissediyorum bir anlık da olsa. Daha sonraları bu mutluluk anı benim tek umudum olacak. Ama mutluluğum hiç bitmesin istiyorum ellerimden kopup gidişini seyrederken. Cesedin gözleri oluyor ilk gördüğüm şeyler. Onun üstüne düşmüş olmalıyım uyurken. Kan bütün vücuduma bulandı. Kan bu aciz ve ölü bedenden oluk oluk akmaya başlıyor. Kan gölünün içinde boğulacağım adeta. Kaçış yok. Böyle ölmek istemiyorum. Çığlıklar atıyorum birbiri ardına birinin çekip kurtaracağı umuduyla.
Bir el boynumdan beni yakılıyor. Kanla dolmuş odamdan gökyüzüne doğru çıkarıyor, Şehir yavaş yavaş küçülüyor. Sonunda bulutlardan öte hiçbir şey göremiyorum. Beni kurtaran ele doğru dönüyorum. Bu yaratık her kim ya da neyse ona minnettarlığımı sunmak için bir şeyler söylemeye tam yeltenecekken bana susmamı işaret ediyor. Yeşil bir ışık her yeri çevreliyor. Gözlerim bu rengin tonlarının haricinden hiçbir şey seçemiyor etrafta, sonra beyaz oluyor her yer ve her şey.
Kendimi bir odada buluyorum. Kıpırtısız bir şekilde bembeyaz bir yatakta uzanmaktayım. Sonra o yaratığı görüyorum. Bana bilmediğimi zannettiğim ama çok rahat anlayabildiğim bir lisanda sakince şu sözleri söylüyor.”Ölmen için henüz çok erken. Yapman gereken şeyler var. Temizlemen gereken izler var. Unutma! Sakın unutma, zaman çok hızlı akıp gidiyor.”
O bu sözleri söylerken odaya beyazlar içinde bir adamla aynı renkli kıyafetlere bürünmüş bir kadın giriyor. Benim baktığım yöne bakıp ne gördüğümü soruyorlar. Yaratık “elveda” diyerek kayboluyor.
Gözlerimi adamla kadına çeviriyorum Tuvaletimin geldiğini ve beni çözmelerini söylüyorum. Beni çözüp ayağa kaldırıyorlar.
Şeytani bir gülümse yüzümü kaplıyor. Ruhumun derinliklerinde aynı ses bana şunları söylüyor:”Kanı temizlemenin en güzel yolu daha fazlasını onun üstüne akıtmaktır.”
Beyazın saflığı kırmızının tecavüzüne uğruyor. Kan oluk oluk akıyor. Ruhum ve bedenim anlık tatminlerde huzuru arıyor.
Bir KATİL doğuyor kanlar içinden…
Ne istediğimi biliyordum ama ona birden ulaşmak beni korkutmuştu. (III. 236)
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Dünde Bıraktıklarım
-
▼
2007
(28)
-
▼
Nisan 2007
(19)
-
▼
20 Nis
(19)
- Ya cin! Ya cin! Ya cin!
- Yıldızlar...
- Acı verse de yazmak gerek...
- Rüzgar...
- Maurice VON BATTERSTEIN
- Bir katil doğuyor kanların içinden...
- Koridorun sonundaki oda
- İyi Bilirdik!..
- Adını Yazmaya gerek yok, çoktan kalbime gömdüm ben...
- Hava bugün çok ama çok güzel...
- Deja vu
- Kehanet
- O
- O SENE HİÇ KAR YAĞMADI
- EL-RAHN I.KISIM
- Hayat Irmağı
- Kağıttan gemiler yapmak
- Yalnızlık
- ...
-
▼
20 Nis
(19)
- ► Temmuz 2007 (1)
-
▼
Nisan 2007
(19)
-
►
2008
(115)
- ► Şubat 2008 (1)
- ► Mayıs 2008 (80)
-
►
2009
(33)
- ► Eylül 2009 (1)
Nexus
- Eren
- İstanbul, Türkiye
- Söyleceklerim olmaya devam ettikçe burada olacağım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder