KARANLIKTA PARLAR KAN GÜMÜŞ MİSALİ
1
Ey Allah'ım sana sığınıyorum. Yalnızım, yapayalnız. Yaşamak adını bahşettikleri bu süregelen döngüden, bu satırlarla sıyrılıyorum ve sessizliğimde sana haykırıyorum, yardım et Allah'ım. Benliğimle sana sığınıyorum. Çaresizliğimin ayazında titriyorum. Sende umuyorum tek kurtuluşu, boğazıma kadar geldi artık acılar, tut ellerimden, yardım et...
Ölümhanedeyim, ölmeye doğdum, ölüme yürüyorum. Karamsarlık beni sarıp sarmaladı artık, bana aldığım bir tek nefeste de olsa umut bahşet Allah'ım!
Başım çok ağrıyor. Bu ağrının ne sebebi belli ne de dermanı. Çaresizim, ellerindeyim, yapayalnız, terk edilmiş, soğuktan titriyor bedenime büzülmüş ruhum...
Havada pus var, sisli yer de gök de, göz gözü görmüyor. Korkuyorum, karga sesleri dört bir yanımı sardı, yol nerede başlıyor nerede son buluyor bilmiyorum, ayaklarımın temas halinde olduğu zeminden bile bihaber yürüyorum. Çim olsa gerek, tazeler, çıtırtı gelmiyor, ama bir ıslaklık var, bilmiyorum, sadece içimden gitmemin daha doğru veya daha az yanlış olacağını hissettiğim yöne, yönlere ilerliyorum. Ne zamandır yoldayım, nerede başladı bu lanet olasıca yol? Bilmiyorum!
Işık yok!
Ölmeye doğuyoruz. Mezbahanın ortasındayız, bağlamışlar gözlerimizi, koyunlar, sığırlar misali otlatılıyoruz. Ölüme hazırlanıyoruz. Uzun bir yolun başındayız. Yolun sonu yok, olsa da gözlerimiz aciz, zihinlerimiz allak bullak... Görmememiz istendi, itaat edilmeli...
Havada kar soğuğu var, kesici, acıtan bir soğuk! Bir gölge kayıyor biraz solumdan, bir kedi olsa gerek, hızlanıyorum, daha fazla üşümek istemiyorum, hızlı adımlar ardı sıra yere atılıyor, çimen yerini betona bıraktı, az kaldı, hapishaneme ulaşıp, kapımı arkamdan kilitlememe az kaldı, yürüyorum, kelepçelerimi, parmaklıklarımı özledim, özgürlük diye haykırarak hapse koşuyorum, kör değilim ama çaresizim, salak değilim ama sindiriliyorum, konuşmak, haykırmak istiyorum ama zamansız çıkışların kanla giderildiğine, çıkışları yapanların giderildiklerine onlarca defa şahit oldum, temkinliyim, çaresizim, ellerindeyim, sana sığınıyorum, yardım et Allah'ım!
Derinliklerimde sonu gelmez seyahatlerdeyim, sonsuzluğun bağrında, anlamsızlığın kıyısında, deliliğin eşiğindeyim. Akıl bende yok, bana öğretilen akılsa eğer, karşıyım her şeye ve herkese, sahte bir dünyanın amatör, beceriksiz oyuncularından ibaretler.Hiçliği; sahteliğe, kendini aldatmaya yeğ görüyorum.
Doğumum bir mucize. İstenmeyen bir bebek. O bebeğin yaşama tutunuşu, sessiz çığlıkları, aklın almayacağı olaylar silsilesi ve en nihayetinde ilk ağlamanın sesi, o ses ki benim küçük ciğerlerimi yakan havayla püskürdüğüm alev ve o alev ki benliğimi yakan, kavuran. Bazen zaman geliyor, keşke açmasaydım gözlerimi şu lanet dünyaya diyorum, ama kendim istedim, iş için geldim, mızmızlanmak yok!
İstenilmeyen olmak acı vericidir. Anlayamıyorum, nasıl olur da can candan koparılmaya çalışılır, yozlaşıyorlar. Okuduklarım bana gösterdi ki, ana rahmindeki çabam onları epey bir korkutmaya yetmiş.Ne tuhaf şu günlükler, yazacağına haykırsana... O zaman ben de öğrenmemiş olurdum, gözlerimde yine o eski mutluluk, sevinç, aşk olurdu... Olmadı, olması hiç istenmedi zaten, ben nefretin tohumuyum bu dünyada, bir filizdim, kinlerle, acılarla sulandım, yürüdü gövdeme kan, içinde bir dünya karanlıkla, büyüyorum, içimdeki sonu gelmez nefret gibi büyüyorum, sonu gelecek biliyorum, aciz değilim, sonumun bilincindeyim, ama bu dünyada yapılacak işlerim var, iş için geldim, mızmızlanmak yok! Bütün aile aynı anda aynı kabuslarla kan ter içinde uyanmış, irkilmiş... Gelişim gümbür gümbür olmuş anlayacağınız, hastane kolidorlarında temkinli, diken üstünde bir bekleyişmiş, sanki doğacak bir insan değilmişçesine...
Sevilmem, neden mi? Gülmezmişim, ne var ki gülecek, görebilseniz halinizi benim gözlerimden göşyaşlarınız kurur, kızarır gözleriniz. Neye güleyim ki? Acılarla doğdum, hak etmediğim hüzünlerle sınandım, çocukluğum olmaması icap eden durumlarla fazlasıyla haşır neşir oldu. Kin var, derinlerde, ama az kaldı, o da zamanı geldiğinde kan kusacak, intikam soğuk olunca haz verir, içimde sıcak, çok sıcak halihazırda, beklemek gerek, sabır gerek, gerek de gerek...
Tutunacak dalı olmadan dünyaya adım atmak ne lanet şey. Dalların var, tamam da, o dallar bir bir kuruyup ellerinden uçuyor, kül oluyor, rüzgara karışıyor.
Acılar, nefretler, kinler... Bunlardır beni ben yapanlar. Ben, kin duygusuyla yoğurulmuş bir ruhum, bedenim istenmedi, korktular benden, zorla kabullendiler, doğdum, doğuşumla andlar içtim, doğduklarına pişman etmeye onları.
Size garip geliyor, farkındayım. Nasıl olur da doğuşuyla düşünüşü bir olur bebeğin bu kadar hassas bir konuda. Reenkarnasyona inanın ya da inanmayın, ben reenkarnasyonun yaşayan kanıtıyım, yarım kalan işlerimi halletmeye geldim, ve bu destansı ömrü kaleme alıyorum, birkaç zeka pırıltısı var hala bu insanlık arasında, ola ki onlar göz gezdirirlerse bilgim, ışıklarını kuvvetle muhtemeldir ki kat ve kat arttıracak.
2
"Baştan başlayalım. Bana niçin burada olduğunu söyle!"
"Burada olmak istediğim bir şey değil, mecbur kılındım."
"İstemiyorsan git, seni zorlamam."
"Kapıda bekliyorlar, çıkamam."
"O zaman sessizce oturabiliriz, ya da konuşmak istediğin herhangi bir konuda..."
"Doktor, ben bu numaraları çok duydum, şirin doktor maskesi takmana gerek yok!"
"Acımasızca ve önyargıyla karşılaman hiç güzel değil, sana kalmış tabii..."
"Hey! En iyisi sessiz bir saat! Uyuyabilir miyim koltukta?"
"Tabii ki!"
Kahrolasıca salak! Bir de kendini doktor zannediyor. Sen kimsin ki beni anlayabileceksin. Hadi diyelim ki anladın, biri tarafından para karşılığında anlaşılmak bana ne kazandırır ki? Hadi diyelim ki güzel tavsiyeler verdin, benim tavsiyeye ihtiyacım yok, neyle karşı karşıya olduğumdan kimsenin haberi yok! Eğer olursa da çaresi yok!
Şimdi gözlerim kapalı. Acaba orada oturmuş ne yapıyor? Nasıl bir sabır ki nefes alışverişini dahi duyamıyorum?
Gözlerimi ani bir refleksle açıyorum. Odada yalnızım! Gitmiş. Etrafıma bakıyorum, değişen bir şey yok, gitmiş! Korkarım ki bu durum hiç de normal değil, kitlendim adeta, ayağa kalkamıyorum, başım dönüyor, belki de o suyu ya da masadaki o şekerlemeleri yememeliydim, başım daha da fena bir halde dönmeye başladı, oturduğum yerde bir o yana bir bu yana savrulmaktayım. Ellerimle başımı sıkı sıkı tuttum, sanki ellerimi ayırsam kafam bedenden kopup yuvarlanacak karanlık köşelerinden birine doğru odanın.
Ağırlık, tahmin etmekte zorlanacağınız bir ağırlık çöküyor üzerime, olmuyor, açık tutamıyorum gözlerimi, kepenkler kapanıyor yavaşça, uykuya selam olsun, hudutlarındayım artık Uyku İmparatorluğu'nun!
3
Bu gördüklerim gerçek olamaz, ellerimden damlayan yapışkan sıvı kan olamaz, önümde yatan beden, ölü beden gerçek olmaz, rüya olmalı. Gerçek olmamalı. Ama gerçek, duyumsadığım yoğun haz kadar gerçek etrafımdaki her şey. Evet, yanlış anlamadınız haz duydum, duymaktayım da!
Ellerimi yıkamalıyım, ama dur, önce şu cesetten kurtulmalı, ama nasıl? Aklım karmakarışık ama zihnimde kopan fırtınalara aldırış etmeden tıkır tıkır işlemekte bedenim, sanki olağan bir işmiş gibi bıçağı elime alıyor ve bedenin eklemlerini bir bir ustalıkla ayırıyorum.
Donuk gözlerle, nasıl bir şekilde yaptığımı anlamakta zorlandığım ve hatta aciz kaldığım bu katil elleri iğrenerek izliyorum.
Sıcak ete dokunmak gibisi yoktur! Deliriyor muyum? Sapkınlığın dorukları pek uzak sayılmaz artık, yaklaşıyorum ve yolu da yüksek bir iradeyle tırmanıyorum. Sapkınlılar tutkunun en müthiş safhalarıdır. Kabul etmek lazım.
O bedenden ayrılan hayat, sanki içime aktı, onun hayatı sanki bana bahşedildi. Tek tek, siyah büyük poşetleri, irili ufaklı, içi sıcacık parçacıklarla dolu çöp torbalarıyla dolduruyorum, zavallının parmak izlerini de yok etmeyi unutmamalıyım, bu işin de üstesinden geldim hemencecik ince bir bıçak yardımıyla...
Şimdi sıcak bir duş ne güzel olurdu. Olurdularla yaşanmaz, banyoya yöneliyorum, içerideki istiflenmiş cesedi aklımdan uzaklaştırıp, bilgisayarı açıyorum, birkaç saniyelik uğraşın ardından müzik listemi tamamlıyor ve rahatlığa açılan yola giriyorum, küvet yarıya kadar hafifçe sıcak suyla dolu, yavaş hareketlerle kendimi suyun büyüsüne bırakıyorum. Harikulade, kaslarımın tüm gerginliği tel tel çözülüyor adeta, gözlerim tavana bakıyor, soyulan yerler çeşit çeşit şekiller oluşturmuş hayal gücümü sınıyor.
Tavanda geleceğimi gördüm. Bir mezar taşı!
4
Ölümhanede bir gün daha doğuyor. Benden bu kadar.
5
Hastalık kıvamına erişmek üzere artık zihnimi yakıp kavuran endişeler, saplantılar, meraklar, anılar, hayaller... Zihnim karman çorban, bir çare gerek bana, anlık hayallerle bezenmiş, kısa vadeli tatminlerle hazzın doyumsuzluğuna ermiş, işte bu, işte bu benim, doyumsuzum!
Koltukta oturmaktayım, gözlerim ışıklı panoda sabitlenmiş, elektronik panoda belirli olmayan bazen uzun bazen kısa aralıklarla ilerliyor sayılar, ara sıra da elimdeki küçük kağıda, numarama bakıyorum, üç saat, evet, birkaç dakika sonra tam üç saat olacak, hala bekliyorum.
Sabırlıyım, belki gereksiz bir sabır.
Herkes bir şeylerle meşgul, kimse durmuyor, dursa da yine de bir şeylerle uğraşıyorlar, kitap, gazete okuyor, etrafa bakıyor, konuşuyor, televizyon izliyor... Durmuyorlar, hayat beni yordu artık, sürekli bir hareketlililk, ben pes demek üzereyim, yoruldum.
6
"Seni seviyorum!" dedim. Evet, tam olarak böyle dedim. Peki ya o ne yaptı? Baktı, o güzel işveli bakışlarıyla baktı. Ne bir ses ne bir seda, bakmaya devam etti, benim de devam etmemi bekliyordu, şaşırdım, diyecek bir şey bulamadım. Ben ona içimden geçenleri söyledim, o benden fazlasını istedi, oyuna başlamak istedi, soğudum ondan tam o anda. Arkamı döndüm ve güzeller güzeli küçük hanımı oracıkta bırakıp gittim!
7
Sanata tam anlamıyla aşığım. Kelimeler tek arkadaşım, ben onlarla kendimi buluyor yeri geldiğinde de kaybediyorum kendimi yine onlar sayesinde...Ama şu sıralar içimi kemiren ızdıraplara bir çare bulamıyorum satırlarda, yine o şeyi yapmak zorundayım, çıkmak zorundayım hapishanemden, birine daha ihtiyacım var, bugün oldukça yorucu olacağa benziyor.
8
"Öncelikle sana bir soru, neden burada olduğunu biliyor musun?" dedi. Bakıyorum. Sadece bakıyorum. Ne cevap verebilirim ki? Hiçbir şey hatırlamıyorum. Kendimi de mi kandırmayı başardım en sonunda? Bilmiyorum. Bana ne yaptılar? Bilmiyorum. Burası gerçekten bir hastane mi? Bİlmiyorum.
Haydar Eren AKIN
Ne istediğimi biliyordum ama ona birden ulaşmak beni korkutmuştu. (III. 236)
Pazar, Şubat 03, 2008
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
Dünde Bıraktıklarım
-
►
2007
(28)
- ► Nisan 2007 (19)
- ► Temmuz 2007 (1)
-
▼
2008
(115)
- ▼ Şubat 2008 (1)
- ► Mayıs 2008 (80)
-
►
2009
(33)
- ► Eylül 2009 (1)
Nexus
- Eren
- İstanbul, Türkiye
- Söyleceklerim olmaya devam ettikçe burada olacağım.