Mavi bir defter sanmıştım; kabına hiç bakmamıştım. Kırmızıymış, alev alev… Uzun zaman oldu. Anılar birbirine girdi. Artık neyin, ne zaman olduğunu söylemem çok zor. Belki bazıları hiç olmadı; sadece hayallerimden ibarettiler. Emin olamıyorum. Çok zor bir andayım. Ansızın parıltılar görüyor, irkiliyorum. Her parlak ışık beni biraz daha geçmişe sürüklüyor. Unutulmuş sabahlara geri dönüyorum; yeniden ve yeniden uyanıyorum kararacağını bildiğim günlere. Bile bile sil baştan ölüyorum defalarca.
Burası soğuk. Rüzgar esiyor ama sıcaklığa bir etkisi olmuyor. Esen rüzgar ne kuru ne de nemli; ne ısıtıyor ne üşütüyor. Burası sonsuz bir düzenin parçası… Burası cehennemim. Burası cennetim. Burası arafım. Burası sonum; sonu gelmez bir sona saplanıp kaldım.
Burada zaman ve yer unsurları önemsizleşti. Halbuki yaşarken ne de önemli ayrıntılardı. Kaçırılan bir gün bile olmamalıydı keşmekeşimde. Okul, iş, ev ve dahası… Her yaratılmış, kendi yarattığı ufak evrene boğulmuş bahsettiğim bu ayrıntılarla kendilerini prangalara vurmuşlardı.
İşler değişti burada. Önemli olan varoluş düzleminde basamaklar halinde geriye dönmek; ileriye gittiğini sandığında bile… Burası yolun sonu. Burası mistik bir arıtma merkezine benziyor. Ruhlar yeniden kullanılabilir hale sokuluyor ve dünyaya geri döndürülüyor. Çoğunlukla sahip olduğu her şey silinerek yapılıyor bu işlem. Kararmış ruhlardaki kötülükleri bir bir silmek yerine iyisiyle kötüsüyle toptan silmek daha kolay geliyor sanırım.
Geri dönmeyi reddettim. Kaçtım. Kayboldum. Belki de bu da bir tür arıtma, geri dönüşüm yolu ama emin olamıyorum. Başardığımı sanıyorum. Sürekli geçmişimle yüzleşerek, defalarca aynı anları yaşayarak bitmiş ömrümü canlı tutuyorum zihnimde. Burada ne bir bekçi ne de görevliler var. İşleyişin nasıl devamlılığını koruduğunu hala çözemedim. Ama çözemediğim sistemden kaçtığıma inanmaya başladım iyiden iyiye.
Neden sonra sesi duydum! Bilmediğim ama anladığım bir lisanda beni davet ediyordu. Gelmemi, unutmamı; yeniden başlamamı istiyordu. Teklif ediyordu bana yeni bir başlangıcı; telafi şansı veriyordu.
“Reddediyorum!”
“Neyi?”
“Sonumu…”
“Bir son olduğunu da nereden çıkardın. Sadece unutacaksın; bu kadar. Takılmamalısın ayrıntılara.”
“Unutmayacağım.”
“Unutmak istemediğin ne? Zira buraya gelmeyi isteyen de sendin. Ne sanıyordun? Bir ödül mü buraya gelmek. Boynuna egzotik çiçeklerden bir halka takmamızı mı umuyordun. Çılgın danslar mı hayal ettin; yoksa cennet bahçelerinde yatmayı mı? Söylesene!”
“Hayır. Bunları bir kez yaşadım; bir daha yaşamayı reddediyorum.”
“Daha önce de yaşadın defalarca.”
“Umrumda değil. Geçmişimi kabulleniyorum. Sahip olduğum acıları da mutluluklarım kadar sahipleniyorum. Ve onlardan vazgeçmeyeceğim. Aklımdakileri benden almanıza itiraz ediyorum. İrademle size karşı geliyorum. Rızam gerek; ama vermeyeceğim bu hakkı size.”
“Burada bir son yok! Seni terk edersek sahip olduğun acıları çekebilmek için bize yalvarırsın. Zamanın mantığı unutmaktan geçer. Sen hatırlamaktan yanasın. Ne kadar dayanabilirsin ki?”
“Daha ne kadar silip zihnimi yollayacaksınız bilinmez bedenlerle dünyaya beni?”
“Milyonlarca kez!”
“Kıyamet?”
“O farklı bir durum; anlayabileceğini sanmıyoruz. Ama olağan bir yeniden başlatma işlemi olarak düşünebilirsin. Sistem kendini yenilemeye ihtiyaç duyuyor bazen.”
“Umrumda değil. Git başkalarına anlat derdini. Yüzünü bile göremedim. Kimsin?”
“Nesin demeliydin!”
“Ne?”
“Anlamanı da beklemiyordum zaten. Bir ruh o kadar da önemli değil zaten; kaybedilmesi göze alınabilir bir varlıksın.”
“Kaybet o zaman beni!”
“Öyle olsun genç adam; yardım etmeyeceksin demek bana!”
“Sen! Sen o yaşlı adamsın! Ne işin var burada?”
“Benim işim zaten burada genç adam! Unut gitsin!”
Kahkahalar eşliğinde ses uzaklaştı. Boğulurcasına gülüyordu. Ve son söylediklerini kesik kesik tekrarlıyordu. Unutmam bu kadar önemliydi demek. Kaybedilebilirmişim; öyle dedi. O zaman neden benimle bu kadar zaman harcasın? Bir şeyler olmalı bende. Sahip olduğum bir şeyi elde etmek için olmalı. Vazgeçmeyeceğim. Ve yeniden yaşayacağım her anımı. Hatırlayana dek en ufak ayrıntılarımı. Ve tekrarlayacağım en önemsiz anlarıma dek; unutmayacağım. Her anımı özümseyeceğim.
Gördüm.
Anladım.
Zaman herkes için bir ayrı unsurmuş; herkesin zamanının bir sonu varmış. Bunu gördüm. Benim zamanım hangi yaşanmışlığımla bitti onu anımsamaya çalışıyorum. Sanıyorum ki ölüm anı yakın geçmişimi paramparça etti. Uzak geçmiş ise bu soğuk andan kendini korudu. Çünkü geçmişim iyisiyle kötüsüyle kabullenilmiş bir sertlikteydi. Bütün pişmanlıklarımı, acılarımı, beklentilerimi, mutluluklarımı, aşklarımı, aldanışlarımı hatırlıyorum ve dahasını… Ama onları defalarca yaşarsam ölüm anıma ulaşabileceğimi hissediyorum. Ve işte o an geldiğinde unutulmuş hiçbir şey kalmayacak; dolayısıyla da geri dönüşümü, ruh arıtmasını yeneceğim. Öyle görünüyor ki bu benim ölümü yeneceğim anlamına geliyor. Kendimi buna inandırdım.
İnanıyorum.
Reddediyorum.
Ne istediğimi biliyordum ama ona birden ulaşmak beni korkutmuştu. (III. 236)
Cuma, Şubat 26, 2010
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
Dünde Bıraktıklarım
-
►
2007
(28)
- ► Nisan 2007 (19)
- ► Temmuz 2007 (1)
-
►
2008
(115)
- ► Şubat 2008 (1)
- ► Mayıs 2008 (80)
-
►
2009
(33)
- ► Eylül 2009 (1)
-
▼
2010
(14)
- ▼ Şubat 2010 (3)
- ► Nisan 2010 (2)
- ► Haziran 2010 (1)
- ► Eylül 2010 (1)
Nexus
- Eren
- İstanbul, Türkiye
- Söyleceklerim olmaya devam ettikçe burada olacağım.