Cuma, Nisan 20, 2007

Deja vu

Hayat ne zaman, nasıl bir sürprizle beni şaşırtacağını biliyor. Ruhumun huzuru bulduğunu zannettiğim o güzel günde başladı her şey.
Denizden gelen hafif meltem tenime huzuru taşıyor idi. Bu olağanüstü rüzgar, ruhumu bütün sıkıntılarından uzaklaştırıyordu.
Gökyüzünde tek bir parça bulut bile yoktu. Rüzgar, hafif esintisine ara verdi. Tekrar başlamasını umarken açık havanın keyfini çıkarmak arzusu ile attım kendimi hamağın üstüne.
Cennet bahçelerini de ancak bu kadar huzur dolu olabilir diye düşünürken, o çığlığı duydum. Derinden ve insanı iliklerine kadar korkutup, ruhunu donduran o korkunç çığlık.
Bedenim olduğu yerde kaskatı kesildi. Ne yapacağımı bilemeden gözlerimi çığlığın geldiği yöne doğru çevirdim. Evden geliyordu. Benim yaşadığım evden, şu anda boş olması gereken evden!
Tüylerim istem dışı bir şekilde diken diken oldu. Rüzgar tekrar esmeye başladı. Bu kez huzuru değil korkuyu bedenime doğru saldı rüzgar. Kasvet yüklü soğuğu yarı çıplak bedenimi sardı. Bulutsuz gökyüzü kara bulutların istilasına uğramıştı.
Hamağın yanında korkudan titreyerek dikili kalmıştım. Bir heykeli andırıyor olmalıydım korkudan beyaza vurmuş tenimle beraber.
Çığlık yerini garip konuşmalara bıraktı. Sisin yavaşça bileklerime değmesiyle tekrar irkildim. Bu manzara daha önce hiçbir şekilde hayal dahi edemeyeceğim kadar korkunçtu. Sis dizlerime kadar ilerledi beni yutmasından korktuğum sisten kurtulmak için evden uzağa doğru koşmaya başladım.
Evden çok uzakta olmayan ve her daim ışıl ışıl olan çay bahçesine geldiğimde yaşadığım şoku ömrüm elverdiği süreç içerisinde bir daha yaşayabileceğimi zannetmiyorum.
Sonra bir el beni omzumdan kavradı. İğrenç uzun yer yer kırık ve çatlak olan tırnaklar midemi fena halde bulandırdı. Derisi buruş buruştu. Esmer bir renge sahipti. Tam arkamı dönecektim ki, sonsuz uçuruma doğru inanılması güç bir hızla yuvarlanmaya başladım.
Korkunç siluetler anlık görüntüler olarak gelip gidiyorlardı. Tutunacak bir yer arıyordum ancak karanlığın sonsuz boşluklarında yapayalnızdım. O kadar hızlı düşmeye başladım ki bu sonsuz gibi görünen çukurda artık gözlerimi dahi açamıyordum.
Sonra korku yerini huzur aldı. Gözlerimi açtığımda yatağımda uzanmaktaydım. Bütün bu olanlar sadece bir kabustu.
Kabusun etkilerini üzerimden atmaya çalışarak ayağa kalktım. Tam kapıyı açacakken yere bir kağıt düştü, bir not. Annemden di. Şöyle yazıyordu.
“oğlum, baban ve ben alışverişe gidiyoruz. Biraz geç kalabiliriz. Dolapta yemek var. Bizi merak etme.”
Evde yapayalnızdım. Korkacak bir şey yoktu. Hava oldukça sıcaktı. İnsanlar denize giriyordu. Bir kısmı da kumsalda güneşlenmekteydi.
Sert bir fincan eşliğinde kahvaltımı yaptım. Denizden esen hafif meltem beni oldukça davetkar bir şekilde kendine çağırıyordu. Dalga sesleri adeta denizin beni davet eden şarkısının nakaratlarıydı.
Bu kadar güzel bir daveti geri çevirmek olmazdı. Su o kadar da soğuk değildi. İnanılmayacak kadar çok mutluydum. Su o kadar berraktı ki ayaklarımın yanında dolaşan balıkların şirin renklerini ve minik yüzgeçlerini rahatlıkla görebiliyordum.
Bu güzellik beni büyülü bir güzellikle iç içe olmaya davet eden bir şarkının ilk sözleriydi. Daha sonra şarkı yükselecek ve huzur sadece huzur bana kalacaktı.
Bu güzel hayaller ışığında aydınlanmış gözlerim suya dalmadan evvel son kez gökyüzüne baktı. Her zamankinin aksine suya dalınca gözlerim yanmamıştı.
Suyun dibinde kumarlın arasında renk cümbüşünü andıran binlerce taş bana göz kırparak hoş geldin diyorlardı. Sualtı dünyasının büyüsüne kapılıvermiştim.
Lakin ben bu dünyaya ait değildim.Oksijeni ciğerlerime çekmek gerekiyordu. Bu yüzden bu güzelliğe kısa bir süre için veda edip su yüzeyine çıkmak için hareketlendim.
Suyun yüzeyi gitgide yaklaşıyordu. Yüzeye yaklaştıkça suyun ısısı da kendiliğinden artmaktaydı.
Her şey bu ana kadar muhteşemdi. Ama suyun yüzeyi adeta en sağlam metalden örülmüş bir tabakaydı. Garip bir şekilde suyun altında mahsur kalmıştım. Ciğerlerimdeki oksijen azalırken çırpınışlarım boşunaydı. Her yer bulanıklaşmaya başladı sonra yine sonsuz karanlık,yine bir düşüş ve yine yatağım.
Her şey çok garipti. Ayağa kalktım. Bu sefer not yere düşmedi zaten yerdeydi. Kahvaltı önceden yaptığımı söylercesine bıraktığım gibi masada duruyordu. Ve en korkuncu mayom ve bedenim ıslaktı. Tuzlu su yerlere damlıyordu.
Bu nasıl olabilirdi? Kafam daha önce hiç olmadığı kadar karışmıştı. Her şeyin başladığı yer hamaktı. Hemen balkona koştum ve oraya baktım.
İstem dışı attığım çığlık ruhumu aleve vermişti adeta,kendimi bu korku dolu sahnede hapsolmuş buldum. Çığlık atmam hiçbir şeyi değiştirmeyecekti. Ancak insani bir tepkiydi ve durduramıyordum.
Hamağın yanı başında dikilmiş duran ve solgunluğuyla bir heykeli ve beklide bir hayaleti andıran kendimi görüyordum. Hamağın etrafındaki sis bulutu yükselmeye başladı. Yavaş yavaş beni yani onu sardı. Sonra o yeni ben neyse işte biliyorsunuz kaçtım. Şimdi ikinci katın balkonundan donuk buz mavisi renge bürünmüş denizi ve bana doğru yaklaşan sisi izliyordum.
Kendi kendime bunun kötü hem de çok kötü bir rüya yani kabus olduğunu tekrar tekrar söylüyordum. Tanrıya beni bu kabustan uyandırması için yalvarıyordum.
Sonra dua ederken söylediğim sözlerin anlamadığım bir dilde olduğunu fark ederek irkildim. Bu, bu imkansızdı. Tamamıyla imkansız.
Kendimden gerçekten kendim olup olmadığından şüphe duymaya başladım. Hızla banyoya koştum. Aynanın karşısına geçtim.
Gayet normal görünüyordum. Ve ve her şey bitmiş olmalıydı. Her şey oldukça normal gözüküyordu. Bitmişti. Kurtulmuştum.
Ama eğer bu bir rüya ise uyuyor olmalıydım. Yani yatağımda olmam gerekiyordu. Tedirginlik bedenimde hüküm sürmeye başlamıştı. Yavaş ve temkinli adımlarla odama doğru koşmaya başladım.
Kapımın önünde durakladım. Kendi kendime her şeyin bittiğini ve kendi odama huzura doğru sadece bit tek engel kaldığını o da yatağıma açılan odanın kapısı olduğunu tekrar hatırlattım.
Elimi kapı koluna götürdüm. Kapımda minik bir problem olduğundan sertçe açmam gerekiyordu. Ve “tık” sesiyle birlikte açılan kapımın ardından uzanan yatakta birinin uzandığını gördüm.
Tüylerim diken diken olmuş gözlerim dehşetle açılmıştı. Bu bendim. Dudaklarımda garip bir sırıtışla bu garip manzaraya daldım. Sırıtış yerini yavaşça tedirginliğinin krallığında bir esir düşmesine neden olacak somurtma ifadesine çevirdi. Artık akıl sağlığımın ne kadar yerinde olduğundan emin değildim. Ne yapacağımı ya da ne yapmak gerektiğini bilmiyordum. İkinci kez kendimle karşı karşıya geliyordum hiçbir ayna olmaksızın.
Evet, anahtar kelime “AYNA”. Bir aynaya bakmalıydım. Yoo, hayır. Daha demin bakmıştım. Banyoda önceki gün yanlışlıkla çatlattığım aynaya bakmıştım.
Şimdi bulunduğum durumdan akıl sağlığım yerinde kurtulmak istiyorsam yapacağım yani yapmam gereken yegane şey gidip ağabeyimin odasındaki sağlam boy aynasına bakmak olmalıydı.
Düşünmekte olduğum şeyler delice geliyordu. Ama kısa bir zamanda başımdan geçen şeyleri şöyle bir hatırlamaya çalıştığımda yaptıklarımın bunlardan daha delice olmadığını gösteriyordu.
Ağabeyim ile geçen hafta içindeki bir konuşmamızda bana iyi saatte olsunlar ile ilgili birkaç garip öykü anlatmıştı. Bunlar dar kafalı zihniyetlerin anlamsız korkularıydı. Hareket eden siyah siluetler. Çatı katından gelen tıkırtılar, gece ölen baykuşlar gibi anlamsız korku unsuru demeye dilimin varmayacağı şeylerdi.
Korku şuanda yaşadıklarımdı. Bunun bir rüya olmasını ve kalkınca unutulan cinsinden de olmasını Tanrı dan onlarca kez diledim.
Adımlarım beni koridorun sonundaki odaya ağabeyimin odasına doğru götürmeye başladı. Evdeki tüm kapılar kapalıydı. Her sabah bir iki saat böyle olurdu. Annem bütün odaların camlarını açar ve odaları havalandırırdı. Kapılar açık olunca da sertçe birbirilerine çarptıkları için sürekli kapalı tutardı annem kapıları.
Odanın kapısını yavaşça açtım ve içeri girdim. Aynada nasıl göründüğümü garip bir merakla bakmak için korkuyla titreyen başımı yukarı kaldırdım. Karşımda sadece duvar vardı. Arkamdaki duvar. Ben yoktum,yok…
Aynada yok olmuştum. Akıl sağlığımı tamamıyla kaybettiğime karar kılmıştım. Hızlı adımlarla banyoda ki aynaya yöneldim. Tam kendime bakmak için odaya girecektim ki kendimi yani onu aynada kendine bakıp saçlarını tararken buldum.Sivilcelerimden birine bakmak için aynaya eğildiğimde yani eğildiğinde aynanın çatlak yeri büyük bir şangırtıyla onun üzerine devrildi.Ayna parçaları bedeninde derin yaralar bırakarak onu ayaklarımın önüne serdi. Boğazına yakın bir yere saplanan aynanın sivri uçlu bir parçası kanının içinde sapasağlam durmama sebep oldu.
Gözlerim çılgınlar gibi etrafa bakıyor, bu olanlara bir anlam vermeye çabalıyordu. Ama bütün bu çabalar sonuçsuz kaldı.
Cesedimin yanında ayakta durmaktaydım. Bu nasıl olabilirdi? Dizlerim titremelere dayanamayarak yere devrilmeme sebep oldu. Elimi saçlarımda gezdirirken ılık kanımın tenime değmesine izin verdim. Korkunç bir ılıklıktı bu.
Bu iğrenç görüntüye daha fazla dayanamayıp yere yığıldım. Baygın geçirdiğim dakikalar saat,saatler günler oldu.
Ne kadar zaman geçti bilmiyorum ama uyandığımda yatağımdaydım. Ellerimde pıhtılaşmış kanı hissettikten sonra artık korku dolu bu iğrenç dünyada olmak istemediğimi haykırdım. Sesim yine yabancı bir lisanda çıktı dudaklarımdan.
Yatağımda çıkmaya korkuyordum. Daha fazlasını kaldırabileceğimden şüpheliydim. Bende sonuçta zavallı bir insandım. Diğerlerinden hiçbir farkım yoktu. Niye acı çekiyordum o zaman.
Sonra odamın kapısı aralandı. İçeri giren babamdı. Bana bir zamanlar çok iyi anladığımdan başka bir şey hatırlayamadığım bir lisandan içimi rahatlatan bir şeyler söyledi.
Sonra babama, babama teşekkür ettim.
Teşekkürüme karşılık bana sarılıp, beni öperek moralimi yükseltmesini beklerken garip mimiklerle bezenmiş suratına bakakaldım.
Sonra titreyen sesi ile bana bir şeyler söylemeye çalıştı ama boşuna, anlayamıyordum. Tek bir kelimesini bile.
Sonra annemin hıçkırıklarla bezeli ağlama sesi ve ağabeyimin onu telkin etmeye çalışmasını duydum. Sözlerin manalarını anlayamasam da böyle olduğunu tahmin edebiliyordum.
Ruhumu korkunç bir ızdıraba boyun eğmiş ölmeyi umut ederken içeri bir sedye taşıyan iki beyaz önlüklü adam girdi.
Babama gitme, beni bırakma diye elimi uzattım ama tırnakları görünce uzun yer yer çatlamış, buruşuk esmer ten üzerindeki o tırnakları aklımı tamamıyla yerinden alıp deliliğin hüküm sürdüğü sarp kayalıklara bezeli vadilere taşıdı.
İstem dışı çığlıklarıma ve feryatlarıma engel olamıyorum. Ölüm belki de tek kurtuluş yolu. “Allah’ıma bana acı dolu bu hayattan bir kurtuluş nasip et, kurtuluş ölüm olsa bile”
Elveda,yaşadıklarımın manasını çözemeden bu bilmece dolu hayata gözlerimi son kez yumma umuduyla bana verilen sakinleştiricilerin götürdüğü uyku imparatorluğuna yol alıyorum…

Hiç yorum yok:

Dünde Bıraktıklarım

Nexus

İstanbul, Türkiye
Söyleceklerim olmaya devam ettikçe burada olacağım.