Bir kelimeye ihtiyacım var; bulamıyorum. Öyle bir kelime ki hiç var olmadı. Yaşamakta olduğum anı, duygularımı yazmalıyım. Anlatılacak bir hikayem var; o kelimeye ihtiyacım var. Öyle kainatın anlamını sığdırmak gibi bir istek değil bu; çarpık duygularımı, içimde esen soğukluğu, damarlarımdaki kırık camların nefes aldıkça içime batışını, gözlerimin buğulanışını anlatsın istiyorum sadece. Ve dahası da var ama olmuyor; yaşamama rağmen anlatırken kelimelerim anlamsız kalıyor. Ne kadar yazarsam yazayım; içimdekini kağıtta görebilmem o kelimeye bağlı. Onunla başlayıp bitiyor bu hikaye.
Bugün de akşam oldu. Odamdayım. Kapım sıkı sıkıya kapalı. Mavi kefenim duvarlarım, bedenimi kemiren böcekler kitaplarım ve pencerem tabutum. İşte odamı böylesine çok seviyorum. Dokuz katlık yükseklikten şehre bakıyorum. Topraktan alabildiğine uzaktayım. Toprağın kokusunu duyamıyorum. Kokuyordur ama yine eski günlerdeki gibi; çıplak ayak bahçede koşuşturduğum, çamurlu ayaklarla dayak yediğim, ter içinde top oynadığım…
Bugün içimde tuhaf hisler vardı. Bulutlar daha bir hızlı akıyorlardı gökyüzünde. Sanki yaklaşmış, yere ineceklerdi. Ellerimi kaldırıp kendimi korumak istedim. O an durup onlara baktım; beyaz pamuk balyaları.
Her şeye rağmen mavi bir gündü. Güzeldir mavi. Soğuktur bazen buz bazen çağlayan su gibi. Ellerin arasına ıslak dokunuşları vardır mavi damlaların. Serinletir. Hava sıcaktır serinlemek İstediğinde ve hemen kaybolur havayla bir olup renksiz kalan ıslaklığı. Ve gözyaşı da mavidir aslında. Kimse göremez ama biliyorum onlar da mavidir. Tenimden süzülmese de, derin denizlerde can bulsa kim inkar edebilirdi ki?
Bugün gözlerim masmaviydi. Kir içindeki yüzünde parlayan mavi gözleri içimi parçaladı. İki üç kağıt mendil paketini ellerine almış; canı pahasına sıkı sıkıya tutuyordu. Eğildim. Beş lira verdim ellerine, şaşırdı. Mendilleri uzattı, almadım. Sevindi; gözlerindeki alev alev yanan mavi işte o anda içimi dondurdu. Onun parlayan gözlerinde geleceğini gördüm; sönüşünü, çürüyüşünü…
Çocukluğum geldi gözlerimin önüne, mutlu geçen anlarım, koşuşturmalarım… Yemek saatleri geldi aklıma, aç kalacağımı hiç düşünmediğim geldi aklıma, üşümekten titreyip uykusuz kalmadığım geldi aklıma; yün yorganım, annemin sıcacık çorbaları geldi aklıma…
Bir deste para geldi gözlerimin önüne. Adaletin terazinde bir taraf ağırlaştıkça ağırlaşmış. Onun mavi parıldayan gözleri geldi aklıma, ağlarken düşünemediğim gözleri… Oyun nedir bilmeden sokak köşelerimde titreyen bedeni geldi gözlerimin önüne; gitmedi.
Etkisinden kurtulamıyorum. Ona acımamı dindiremiyorum. Masum bir çocuğun ne günahı var. Onun da güzel bir geleceğe hakkı var. Onun da bir şansa ihtiyacı var. Odamdan çıkıyorum. Dönüp dolaşıp yine masama çöküyorum. Ellerimi yüzüme yaslayıp gözlerimi kapatıyorum. Başka ne yapabilirim ki?
Bir kelimeye ihtiyacım var. Ona bir şans, bana bir umut verecek o kelimeye ihtiyacım var.
Ne istediğimi biliyordum ama ona birden ulaşmak beni korkutmuştu. (III. 236)
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Dünde Bıraktıklarım
-
►
2007
(28)
- ► Nisan 2007 (19)
- ► Temmuz 2007 (1)
-
►
2008
(115)
- ► Şubat 2008 (1)
- ► Mayıs 2008 (80)
-
▼
2009
(33)
-
▼
Haziran 2009
(23)
-
▼
19 Haz
(22)
- Anahtar
- Geri Dönen Zaman
- Beyaz Sessizlik
- Görülünce Biter Hikaye
- Beyaz Bir Gece
- Sözlerini Unuttuğum Bir Şir
- Ertelenmiş Bir Bahar Sabahı
- Gelinciğe Hasret
- İhtiyar
- Masmavi Bir Kelime
- Gökyüzü Ağlıyordu
- Medcezirin Ayak Sesleri
- O Uyanışla
- Sessiz Felaket
- Bir Teselli Yok Artık
- Unuttukça Uyanıyordu
- Sararmış bir anın Uykusuz safağısın Söylenmemiş bi...
- Minareler görüyorum Bembeyaz minareler Bir çölün o...
- Üzülme
- Gül Dalından Güzelsin
- Eskisi Gibi
- Bu Gece
-
▼
19 Haz
(22)
- ► Eylül 2009 (1)
-
▼
Haziran 2009
(23)
Nexus
- Eren
- İstanbul, Türkiye
- Söyleceklerim olmaya devam ettikçe burada olacağım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder