Ağır adımlarla merdivene tırmandı. Önce sağlam basamakları çıktı. Bir iki basamak eskimiş, güven vermiyordu. Dikkatle bastı birine, sonra bir diğerine. Fırçasını beyaz boyaya batırdı ve sanatına başladı. O bir boyacıydı en sade şekliyle. Ama o bütün serzenişlere perde vurmakla görevlendirilmişti. Misal bir delikanlı, “Senin sevdan beni benden aldı Didem” yazmış. Ona bu kelimeleri beyaza döndürmek düşüyordu. O bütün duyguları silebilirdi. Yaşanmışlıklara öyle darbeler indirirdi ki yaşandıklarına dair hiçbir iz kalmazdı zihinlerde.
Birbirini andıran diğer tüm günlerin aksine bugün yorulmuştu erken saatte. Ayakları karıncalanmış, gözleri yaşarmıştı.
Rüzgar aniden başlamıştı. Onu merdivenin tepesinden alıp atmaya yemin etmişçesine esti üstüne. Boya kovası devrildi. Fırçası üstünü başını beyazlatıp başka bir tarafa savruldu. Tutunamadı hiçbir yere. Bir ara duvardan destek alayım dedi, ancak sanatını rezil edebildi. Bu düşüşü durduramadı. Hızlı oldu. Gözleri kapandı. Yüzüne ifadesiz bir bekleyiş yerleşti.
Bir karga dolaşıyordu etrafta. Bir kanatlanıyor bir baş ucuna iniyordu adamın. Oysa kanat sesleri ve diğer bütün sesler onun için yankılardan ibaretti. Kavrayamıyor, kendine bir türlü gelemiyordu. Neden sonra kan fark edilir oldu. Beyaz boyanın döküldüğü asfaltta ensesinden süzünlen bir iki damar kan belirdi. Sonra akışları kuvvetlendi. Bir çukurluk buldu, doldu kan. O doldu, adam beyazlaştı. Özüne dönüyordu sanki; bembeyaz.
Oysa o sabah ilk kez bir banka oturmuş çiçekleri seyretmişti. Hayıflanmıştı aynı zamanda neden kendine hiç zaman ayırmadığından. O an huzur doluydu. Arkasına yaslanmış derin nefesler almıştı. Mutluluk yanaklarında hafifçe beliren pembeliklerden gülümsüyordu.
Neden sonra kalktı. Gerindi sabah uyanmış gibi. Saçlarını üstünkörü bir düzeltti. Derinden son bir nefes daha aldı. Havanın çiçek dolu tadı çok hoşuna gitmiş; doyamıyordu. Ömrünce attığı iri adımları ufalttı. Bu anı olabildiğince uzun tuttu.
Parkın duvarlarına bakmaya başladı sonra. Gençlerin çizdikleri rengarenk desenlere, kimisini anlamlandıramadığı bir dolu yazıya baktı durdu. Uzun uzun düşündü. Onları anlamaya belki sevmeye çalışıyordu denebilirdi uzaktan ama o bir siliciydi; temizlenecek kurbanlarını izliyordu.
Sanat müziğinden eski bir parçayı mırıldanmaya başladı. Merdivenini kurarken gürgen ağacıyla göz göze geldi. Tebessüm etti. Ağaç da hafifçe salladı yapraklarını. Ağaca bakarak merdivene ilk adımını atarken erik ağaçları geldi gözünün önüne. Çocukluğunda erik aşırdığı ağaçlar, gülümsemesinin güneş gibi parladığı, göz bebeklerinin yıldızları andırdığı, ellerinden damarların taşmadığı o günler geldi aklına. Bu kez de göğsü derin bir iç çekişle hareketlendi.
Birazdan duracaktı kalbi. Kanı damarına sığmayacaktı. Habersizdi. En güzeli de buydu. Giderken güzellikleri en güzel şekilde andı. “Elveda!”, diyemedi ama diyecek kimsesi de yoktu zaten.
Ne istediğimi biliyordum ama ona birden ulaşmak beni korkutmuştu. (III. 236)
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Dünde Bıraktıklarım
-
►
2007
(28)
- ► Nisan 2007 (19)
- ► Temmuz 2007 (1)
-
►
2008
(115)
- ► Şubat 2008 (1)
- ► Mayıs 2008 (80)
-
▼
2009
(33)
-
▼
Haziran 2009
(23)
-
▼
19 Haz
(22)
- Anahtar
- Geri Dönen Zaman
- Beyaz Sessizlik
- Görülünce Biter Hikaye
- Beyaz Bir Gece
- Sözlerini Unuttuğum Bir Şir
- Ertelenmiş Bir Bahar Sabahı
- Gelinciğe Hasret
- İhtiyar
- Masmavi Bir Kelime
- Gökyüzü Ağlıyordu
- Medcezirin Ayak Sesleri
- O Uyanışla
- Sessiz Felaket
- Bir Teselli Yok Artık
- Unuttukça Uyanıyordu
- Sararmış bir anın Uykusuz safağısın Söylenmemiş bi...
- Minareler görüyorum Bembeyaz minareler Bir çölün o...
- Üzülme
- Gül Dalından Güzelsin
- Eskisi Gibi
- Bu Gece
-
▼
19 Haz
(22)
- ► Eylül 2009 (1)
-
▼
Haziran 2009
(23)
Nexus
- Eren
- İstanbul, Türkiye
- Söyleceklerim olmaya devam ettikçe burada olacağım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder