Gözlerine baktım. Işıl ışıl parlıyorlardı. Gözlerim kamaşmış, nefessiz kalmıştım. Hareket edemiyordum. Aramızda görünmez bir sınır vardı. Ilık nefesinin tadını hissedebiliyordum ama o kadar, ötesi yoktu.
“Tık, tık, tık…”, topuğundan çıkan sesler dikkatimi dağıttı; uyandım sanki. Sıkıntı dolu bir yutkunmayla başımı eğdim. Önümdeki yarım yamalak doldurulmuş sınav kağıdına bakmaya başladım. Benim için bir şeyler ifade edemiyordu gözlerimin önünden akan kelimeler. Onlara ne kadar baksam da göremiyordum aslında onları. Kelimelerin titrediğini gördüm, bana bir şeyler anlatmak istiyordu harfler, anlayamıyordum. Sonra harfler kelimelerin zincirinden kurtulmaya başladı. Her biri kendi yolunu seçti. Şimdi gördüklerim gözümde anlamlanmaya başlıyordu. Siyah bir sabahta uyanmak gibi, boş duvarda aynayla baş başa kalmak gibi kendime söyleyemediğim her ne varsa önümde belirdi.
Yanımda oturuyordu. Bedeninin sıcaklığını duyuyordum. Tekrar gözlerine bakmaya cesaretim yoktu. Terlemeye başladım. Onun sıcaklığı tenimde gözyaşlarıydı. Gözlerimi biraz yana çevirince onun sırasını, pamuk beyaz çoraplarını, tenini, bacaklarını görüyorum. Gizlice bakışımla suçluluk duyuyorum.
Sınav bitinceye kadar topuklar etrafımda sürekli turladı. Gözlerimi kağıttan ayırmaya cesaret edemedim. Kağıtta kelimeler yoktu artık. Harfler vardı. Başına buyruk hareket ediyorlar, duymak istemediğim, kendimden sakladığım ne varsa karşıma çıkarıyorlardı. Artık dayanamıyordum. Buna bir son vermem gerekiyordu.
Zil çaldı, kağıtlar toplanıyordu. Ağır hareketlerle ayağa kalktım. Bana bakıyordu. Sessizce salondan çıktık. Konuşmadan yürüyorduk. Ona söylemek istediğim çok şey vardı; kelimelerim boğazımda düğümlendi.
Kafeteryaya girdik. Bir masaya oturdu. İki çay aldım, dumanları yüzüme ulaşamadan havada kaybolurken masaya oturdum. O şekersiz içiyordu, bense bir şekeri parçalayıp. Çay kaşığım cama değmeden baş döndürücü ritminde kendinden geçiyordu. İkiye ayrılan nehir gibi ortasında çayın bir derinlik, açıklık ortaya çıktı. Şeker parçası yoktu artık. Durdum. Kelimemi azat ettim.
“Nasıldı?”, diyebildim onca beklentimin gölgesinde. Sesim beklediğimden kalın çıktı. Bir ürperme anı oldu, olduğu gibi hızla kayboldu.
“Fena değildi.”, diye geçiştirdi. Konuşmak istemeyen, sıkılgan bir tonda söylemişti. Eliyle saçlarını kulağının arkasına attı. Sessiz ve derinden bir nefes aldı, verirken göğsünün inişiyle bir şeyler parçalandı gözlerimin arkasında; aklımda.
Bu başarısız konuşma girişimi cesaretimi mahvetmişti. Çaylarımızdan küçük yudumlar aldık. Her hareketini takip ediyordum, oysa o benden gözlerini kaçırıyordu. Sanki bilinmez bir yolla onu ezberliyordum. Her anımızı kaydediyor, zihnimde arşivliyordum titizce. Bugünün sayfasını tekrar okuduğumda üzülecektim, dudağımda sönen kelimeleri belki haykıracaktım; geç kalınmış bir haykırış.Gözlerimizin akıl almaz oyunu sonlanıyordu. Çay bardakları boşalmak üzereydi.
On beş dakika kadar geçti sanırım. Toparlandık, çıktık. Hava sıcaktı, dönemin sonuydu. Her yerde yeşil, her yerde tazelik, yinelenen yenilikler…
Adımları ürkek, adımlarım kendinden emin değildi. Diyemediklerim aklımda yaralar açarken bir yandan da durgunluğuna anlam bulmaya çalışıyor, çalıştıkça batıyordum.
Neden sonra durdum, o da duraksadı. Korkak bakışlarla gözlerini buldum. Cesaretimi zorla toplamıştım. En güzeli bir anda söylemekti. Sonrasını düşünemiyordum bile. Sonrası olacak mıydı? Hiçbir soruma cevap bulamıyordum.
Yanımızdan insanlar geçiyor, biz duruyorduk. Zaman bizi kapı dışarı etmiş, sonsuz bir hayatın bir hatırasında hapsolmuştuk. Zamanla sesler ve görüntüler de yok olacaklardı. Hissedebiliyordum. Çıkmazım bir kuyuya dönüşüyor, gün ışığını benden alabildiğine uzaklaştırıyordu. Elim ışığa, eline doğru uzanıyordu ama nafile; sonra karanlık!
Tam dudaklarım aralanmışken son bir cesaretle, hızla bana sokuldu. Dudakları dudaklarımla doldu. Afalladım, ne yapacağımı bilemedim. Sonra bıraktım kendimi, sıcaklığını hissetmek görünmez kanatlarla süzülmek gibiydi. Ve tadı, tarifi zor ama eşsiz olduğu kesindi. Sonsuz bir açlıkla öpüşüyorduk.
Biz durduk, dünya etrafımızda döndü. Islak dudakları benden isteksizce ayrılırken gözlerine bakabildim. Islanmışlardı. Anlık bir ıslak bakışı ona sarılarak giderdim.
Kalbi tenimde atıyordu. Titriyordu. Ağlamaya başlamıştı. Başını ellerimle okşayarak kavradım, zorla gözlerimizi birleştirdim.
“Ağlama!”, diyebildim.
Çekingence yan yana durduk. Biraz hızlı olan bu güzel an bizi sarhoş etmişti. Elimi beline utangaç bir istekle sardım. Görünmez duvarımızdan geriye yıkıntılar kalmıştı.
Akşam olurken huzurluydum. Soru işaretlerim solmuş, silikleşmiş ve en sonunda da kaybolmuşladı.
Sonra yağmur başladı. İnce damlalarla çiseliyordu. Bulutlar akşamın gölgesiyle yol alıyorlardı. Damlalar sıcak, gözyaşları gibiydi.
Ne istediğimi biliyordum ama ona birden ulaşmak beni korkutmuştu. (III. 236)
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Dünde Bıraktıklarım
-
►
2007
(28)
- ► Nisan 2007 (19)
- ► Temmuz 2007 (1)
-
►
2008
(115)
- ► Şubat 2008 (1)
- ► Mayıs 2008 (80)
-
▼
2009
(33)
-
▼
Haziran 2009
(23)
-
▼
19 Haz
(22)
- Anahtar
- Geri Dönen Zaman
- Beyaz Sessizlik
- Görülünce Biter Hikaye
- Beyaz Bir Gece
- Sözlerini Unuttuğum Bir Şir
- Ertelenmiş Bir Bahar Sabahı
- Gelinciğe Hasret
- İhtiyar
- Masmavi Bir Kelime
- Gökyüzü Ağlıyordu
- Medcezirin Ayak Sesleri
- O Uyanışla
- Sessiz Felaket
- Bir Teselli Yok Artık
- Unuttukça Uyanıyordu
- Sararmış bir anın Uykusuz safağısın Söylenmemiş bi...
- Minareler görüyorum Bembeyaz minareler Bir çölün o...
- Üzülme
- Gül Dalından Güzelsin
- Eskisi Gibi
- Bu Gece
-
▼
19 Haz
(22)
- ► Eylül 2009 (1)
-
▼
Haziran 2009
(23)
Nexus
- Eren
- İstanbul, Türkiye
- Söyleceklerim olmaya devam ettikçe burada olacağım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder