Perşembe, Şubat 25, 2010

Bölüm II - Bilmediğin Bir Yolu İzlemek ve Uzaklaşmak

“10 lira!”

Sessizlik. Aslında bu sesler içinde oluşan bir sessizlik. İlgilenmediğim seslerin olmadığını farz ederek yarattığım sessizliğim.

“Buyurun. İyi günler.”

“Hayırlı işler. İyi günler.”

Şimdi her yer bana ait. Elimde akbilim; içinde de bir gün için fazlasıyla yeterli param… Ben efendisiyim yeniden şehrin. Arabesk sözler edilecek bir hava ve yalnızım. Daha ne olsun. Saat kaç oldu arayan soran yok. Belki de aramaya aramaya uzaklaştırdım kendimi herkesten ya da talihsizlik; herkesin aynı gün yapacak daha
acil işleri çıkıverdi. Olamaz mı? İhtimaller…

Pierre Loti!

Hedefim belirlendi. Doğru otobüsü bulmalıyım şimdi de. Hiç otobüsle gitmemiştim. Önemli değil; gerekiyorsa kaybolurum. Önemi yok gerçekten. Dolaşmalıyım. Sürekli hareket halinde olursam belki zihnim görüntü kalabalığından uyuşur. Bu da bana dinginlik getirir. Olamaz mı? İhtimalller…

Neden sonra vardım mezarlığa. Teleferik de ihtimaller arasındaydı ama seçmedim. Mezarların içinden yürümek istedim. Bembeyazdı özünde her biri. Ama her ne yana baksam parçalanmış taşlar, tozlanmış mermer ve de koyu lekeler görüyordum.

Öyle alelade bir anındaydım hayatın. Ne benim için dünya dururdu ne de yıldızlar yalnız bana yol açmak için bulutlara saldırırlardı masmavi ışıltılarıyla. Ellerim kıpırtısızdı; yürürken hareket etmiyorlardı. Lermontov’un dediği kişilerden biriydim artık sanırım.

“Hey, genç adam! Yardım eder misin?”

Bir an sesin nereden geldiğini anlayamadım. Kesin bir dilencidir dedim sonra da. Adımlarımı hızlandırdım. Uzaklaşmak istiyordum ondan ve rahatsız edici sesinden. Bu kadar da boşlukta değildim. Yokuş yukarı yürümek terletmişti; hızlanmıştım ya bir
de, sırtım buz gibi olmuştu rüzgarı da yiyince.

Herkesin bir Flitcroft anı vardır; ya fark etmezler ve yaşamlarına aynı olağanlıklarınca devam ederler ya da sil baştan derler. Ben kendi kırılma anımı
tattım o anda;

“Hey, sen!”

Önümde dikiliyordu yaşlı adam. Bastona sıkı sıkıya tutunmuş, yaslanmıştı. Bu şekilde, bu titremeyle ayakta duruyor olması bile başlı başına bir mucizeydi.

“Efendim?”

“Yardım etmeyecek misin?”

“Hayır!”

Yanından ve de mümkün olduğunca uzağından geçip ilerlemek istedim. Ama kendisinden beklenmeyecek bir hızla kolumdan yakaladı beni. Eli yanıyordu; kolumsa donmuştu.

“Ne yaptığını sanıyorsun? Çek elini!”

“Yardım etmen gerek bana!”

“Acelem var!”

“Yok acelen filan; bana hikaye anlatma.”

“Sana bir şey ispatlamaya mecbur değilim. Çek şu elini.”

“Peki, genç adam!”

Elini çekti. Şimdi de soğuktan titremeye başlamış kolum aşırı ısınmıştı. Yanıyordu. Koşarak uzaklaştım. Bir an olsun dönmedim. Ona bir kez daha bakmadan yolu tükettim.

Ezan sesiyle irkildim. Sanki hoca sol kulağıma okuyordu. Yere kapaklandım. Gözlerim kızardı; yaşlar boşaldı bir bir…

Hiç yorum yok:

Nexus

İstanbul, Türkiye
Söyleceklerim olmaya devam ettikçe burada olacağım.