Merdiven’de
Yazılmaya değecek bir hikaye aradım bunca yıl; oysa ki gözlerimin önüne bakmam yetermiş, fark edemedim. Kar alabildiğine hızlı yağıyordu. O; pencere pervazında, eli yanağında, düşüncelere dalmış uzaklara bakıyordu. Karın yağdığından bile haberdar olmayabilirdi. Avizesiz bir lambadan yayılan güçsüz ışık, odanın kasvetine gölgelerle eşlik ediyordu. Hala bekliyordu.
Giden gitmiştir bir kere; ne desen, ne yapsan boş. Hatırladıklarınla yalnızsındır artık. Şarkılardır artık sevgilinin kayıp sesi. Uzaklarda; o da gökyüzüne bakar dersin, bir heyecanla onun da baktığı yıldızı seçersin. Sanarsın ki masallar böylece gerçek oluyor. Sanarsın durmadan... Defalarca kapanmayan yaralar açarsın gözlerinde. Artık ne uyku girer ne de huzur; bitirmişsindir kendini. Yatağının bir yanı derli toplu bekler onu; kalbinin tamamı… Gelmez, bilsen de kendine söyleyemezsin gelmeyecek diye; belki desen… Desen senin sonun olur; bunu çok iyi bilirsin. Yokluğunda seni hayatta tutan onun geleceğine dair inancındır. O da sönerse rüzgarla; sen de savrulursun bilinmez yarınlara.
“Kırıştığını görmek istiyorum teninin.”, demişti. Hatırlıyorsun. Çok uzun zaman geçmemiş gibi hem de. Bugün yine o parka gitmedin; düşünmek yetiyor mu ki? Ağır adımlarla ilerliyorsun. Yerlerde izleriniz kalmış. Siyah çizgiye bakıyorsun… Ve diğer renklere; onlar seni geçmişte söylediklerinle yüzleştiriyor:
“Bu beyaz karoları görüyor musun? Onlar biziz. Etrafımızda kırmızılar var ya, onlar da şehvetimiz. Ama bak aramıza; upuzun, simsiyah bir çizgi var. O da zorunluluklar.”
Halbuki sevmiştin, yalan değildi. Kim bilir nerede şimdi? Hiç haber alamadın yıllardır. Ondan, kırmızı yanaklarından… Özlüyor musun hala? Bu ona dair bir bekleyiş mi? Bilmiyorsun ki sen de.
O sene güzel başlamıştı. Kış geç gelmişti ama ortalığı bembeyaz etmişti. Soğuktu hava; birdenbire soğumuştu. Titreyerek giderdin yanına; şapkan hep kafanda. Oysa yanıyordu sanki; hiç şapka takmamıştı yanında. Oysa sen…
Bir kitapçıda tanışmıştınız. Onun hangi kitaba baktığını hatırlamıyorsun ilkin. Sonra sen ona bir kitap tavsiye edince nezaketen o da sana beğendiği bir kitaptan söz etmişti. Neydi kitabın adı şimdi hatırlayamıyorsun. Otuz yıl! Tam otuz yıl geçmiş olmasına rağmen o kitabı hala okumadın; vicdanen rahat değilsin. Yükümlülüklerini yerine getiremedin. Neydi o kitabın adı…
Sigara içiyordu. Sigara kokuyordu. Öpüşmelerinizden iğrenmiştin başta; sigara kokusunu sevmiyordun. Neden sonra sigara kokusunu tanıdın; sonra da onun sigarasının kokusunu… Nihayetinde onun kokusunu buldun, taşıdın, tanıdın… O koku geliyor bazı günler burnuna; o geldi sanıyorsun. Yanılsamalar…
Sen kendini aldatmayı çok seviyorsun.
O kitap raflarının arasında bir süre konuşuyorsunuz. Yetmiyor sana; daha da tanımak istiyorsun, burada bırakıp gidemezsin. Ona soruyorsun zamanı olup olmadığını bir yerlerde bir şeyler içmeye. Belli belirsiz seni süzüyor; biraz düşündükten sonra pek de istemiyormuş havasında kabul ediyor. Ama hissediyorsun, o da seni istiyor.
O seçiyor yeri; kıpkırmızı bir yer. Normalde olsa nargile söylersin; o anda söylemiyorsun, çay istiyorsun yalnız. Kendindeki kötü yanları gizler gibi… Neden peki? Çok mu hoşlandın ondan? Saçlarına bakıyorsun; sarıya dönük bir açık kahve, omuzlarına dökülüyor. Bembeyaz bir yüzü var; heyecanını gizleyemiyor yanakları, kıpkırmızı oluveriyorlar. İlkin bir şey demiyorsun, sonraları epey takılacaksın bu özelliğine; kırmızı yanak diyeceksin, yanılıyor muyum? Havadan sudan konuşuyorsunuz. Birbirinizi tanımaya çalışıyorsunuz. İkiniz de yazıyorsunuz. Yazılarınızdan, ilham veren hallerden bahsediyorsunuz. Sonra konu eski sevgililere geliyor; sen duraksıyorsun. Hatırlamak istemiyor musun; hatırlamaktan, telefonlara sarılmaktan mı korkuyorsun? Yüzün hiçbir şeyi belli etmiyor. Ölü gibi bakışların. Duygusuzsun. O da ileride sana böyle diyecek; senin kadar duygusuzunu da görmedim. Ama diyecek, an geliyor dünyanın en romantik adamı oluyorsun. Bir de sana koca adam derdi, unutmamışsındır. Gülerdiniz. Siz beraberken gülmeyi çok severdiniz. Sense şimdi yıllardır gülmemiş gibi bakıyorsun pencereden.
Bana ne zaman anlatmaya başlamıştın hatırlamıyorum. Ama sen anlattıktan sonra bütün o sokakları en baştan yürüdüm. O merdivenleri buldum; kimisi senin sevdiğin gizli saklı olanlar, kimisi de onun aşık olduğu sahile bakanlar. Hepsi yerli yerinde, anılarınız fısıldadı bana. Merak etme. Sonra o gün, o merdivene gidişiniz var bir de… Sen onu bir apartman kenarında kıstırıyorsun; öpmeye çalışıyorsun. O surat asıyor; kendini senden kurtarıyor. Sen afallıyorsun; şimdi arkasını dönüp gidecek diyorsun, gitmiyor. Koluna giriyor. Şaşırıyorsun. Sen belki de gider diye yapmıştın bunları; belki de seveceğini hissetmiş de kaçmak için, onu kendinden kaçırmak için çabalamıştın. O gitmiyor.
On yedi gün beraber oluyorsunuz. Bir gün bile aksatmadan… Bağımlılık oluyor birliktelik ikinizde de; bıkmıyorsunuz da… Sen geceleri ona yazıyorsun; iki mektup yazmıştın. Ne de hevesliydin…
Şimdi yok yanında. Şimdi kimse yok yanında. Büyük hayaller kurmuştun; şimdi yok yanında. Bana da anlatmadın on sekizinci günü. Merak etmiyor değilim. Ondan seni izliyorum; sanki on sekizinci günü yeni baştan yaşıyorsun. Sanki on sekizinci günde sen evden hiç çıkmamışsın. Sanki onu yalnız bırakmışsın. Siz bir yılı neredeyse on yedi güne sığdırmışsınız. Bıktın mı, kim bilir? Ama şu halini görmen gerek; bu pişmanlık değil, başka bir şey… Daha önce kimsede görmediğim bir haldesin. Paramparça olmuşsun. Sanki o, senin sokağa gelecek gibi köşebaşına takılmış gözlerin. Her anın fotoğrafını çekiyorsun.
Ben de seni izliyorum. O ışığı gözlerinde görmek istiyorum. Hiç sokağa çıkmadan bir ömür bir sokağı izleyişinin perdesini aralamak istiyorum. On sekizinci günde ne oldu… Görmek istiyorum.
İyi yazılmamış sonlu hikayelerden biri bu. Bilmediğim bir hikayeydi. Dinlediğim kadarını yazabilirdim. Hala izliyorum diyemem. Şimdi sen bir mezar taşı… O mu? Onu zaten ben hiç görmedim. Ne fotoğraflarda, ne mektuplarda… Bazen o hiç olmadı diyesim geliyor; ama hayır. Ben sana, sözlerine ve söylerken ses tonunda parlayan alevlere inanıyorum. O’nun var olduğuna inanıyorum. Bir gün gelip de seni sorduğunda o günü bana anlatacak.
Kelimeler sürüklensin diye bıraktım bu gece. Sen onu bir kitapçıda tanıdın. O kitabın adını söyleyemeden de gittin. Otuz yıl… Okumadığına hala inanamıyorum. Ama beni kandırdığın ortada; odanda bir kitap buldum, yastığının altında. Beni affet.
Müzik Uğruna.
Ne istediğimi biliyordum ama ona birden ulaşmak beni korkutmuştu. (III. 236)
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Dünde Bıraktıklarım
-
►
2007
(28)
- ► Nisan 2007 (19)
- ► Temmuz 2007 (1)
-
►
2008
(115)
- ► Şubat 2008 (1)
- ► Mayıs 2008 (80)
-
►
2009
(33)
- ► Eylül 2009 (1)
-
▼
2010
(14)
- ► Nisan 2010 (2)
- ► Haziran 2010 (1)
- ► Eylül 2010 (1)
Nexus
- Eren
- İstanbul, Türkiye
- Söyleceklerim olmaya devam ettikçe burada olacağım.
2 yorum:
bence snn adın yolculuklar we masallar olmamalıydı .. sonsuz yazının son kralı olarak kalmalıydın ..
bence snn adın yolculuklar we masallar olmamalıydı .. sonsuz yazının son kralı olarak kalmalıydın ..
Yorum Gönder