Birinci Bölüm
ESKİ DOSTLAR
Hava kararalı çok olmadı. Bir ormandayım. Dört bir yanım sık çamlar. Oturuyorum. Gözlerim evden yayılan sarı ışıkta kilitli. İzliyorum. En ufak bir hareketi bile kaçırmamalıyım. İzlemeye devam etmeliyim. İntikam madem soğuk yenen bir yemek, beklemeliyim. Sağ elim terlemeye başladı, bıçağın sapından elimi çekiyorum. Yere düşüyor. Çimenlere değiyor soğuk metal ve parlaklığı ormanın derinine doğru süzülüyor. İster istemez o yöne seğiriyor gözlerim. İki sarı göz. Bakmaktalar. İzlemekteler. Tüylerim diken diken, irkiliyorum. Gözlerimi onlarınkinden ayırmadan bunun bir hayal mahsulu olmasını diliyor ve gözlerimi avuşturuyorum. Tekrar bakıyorum. Her yer karanlık. İçimde derin bir karanlık, beni de içine çekiyor. Bu sefer ölüm korkusunu ensemde hiç olmadığı kadar derinden ve soğuk bir şekilde hissediyorum. Kıpırdamaktan dahi acizim. Sağ elim gayri ihtiyari bıçağın sapına mıknatısla tutundu adeta. Boş gözlerle karanlığa bakıyorum. Ne görmeyi umuyorum, bilmiyorum. Bilinmezlik duvarları çevremi sardı. Kaçışım bir tek yolla mümkün. Ev, sarı ışık huzmeleri pencerelerinden süzülen ahşap ev. Ayağa kalkıyorum, temkinli adımlarla ilerliyorum.
Adımlarım adeta durmamı ister gibi zorlukla birbiri ardına sıralanıyor. Yavaş yavaş ilerliyorum. Evin kapısına vardım. Şimdi ne yapmam gerek bilmiyorum. Elimde bıçak onun kapısındayım, aslında bu yemeği biraz ılık yesem pek fark etmez. Kapıyı vuruyorum; tık tık tık. İntikam vakti geldi. Kana kan. Hayat adaletli olmalı.
"Kim o?" dedi içeriden gelen tok ve sert ses.
"Eski bir dost..." dedim. Kendimden emin, nazik, kibar ve sinsi bir dille. Bu anın gelmesini uzun zamandır arzulamaktaydım. Vakit gelmişti. Artık zaman benim için ilerliyordu, yeni ufuklar artık sadece benim için görünecekti, zaman ona tanıdığı süreyi bitirmek için son dakikalarını yaşamasına izin veriyordu.
Kapı yavaşça açıldı. Kimse yoktu. Boşluk. Tek göz bir ev. Ortada bir masa. Üzerinde sarı ışığın kaynağı. Gözlerim onu aradı. Bir an heyecana kapıldım ya gittiyse diye. Sonra içerden sesinin gelişini işittim.
"Çayını hala demli mi içiyorsun?"
Şaşırmıştım. Bu soğuk kanlılığı ondan beklemiyordum. Dilim tutulmuştu adeta. Sonra toparlandım. İntikamın soğuk tadını duyumsamaya gayret ettim ve toparlanmaya çalıştım.
"Evet eski dostum hala demli içiyorum çayı, unutmaman sevindirici!"
Bakışlarımdaki kana susamışlık ve elimdeki bıçak onu korkutmamıştı bile. Sanki karşısında yıllar önceki, yaşanan o olaylardan önceki ben varmışım gibi sakin ve huzur doluydu. Anlayamadım ne yapmaya çalıştığını. Ama önemli değildi. O artık ellerimdeydi.
Masanın yanında adeta uzun zamandır beklendiğimi işaret eden ikinci sandalyeye oturdum, önünde çay olmayan sandalyeye. Beni bekliyordu. Yıllar boyunca onu yavaş yavaş tanıdım. Dikkatli olmalıydım. Ona asla arkamı dönmemeliydim. Çünkü bu mesut siluetin arkasında kana susamış bir şeytan saklanıyordu. Aklıma geldikçe o iğrenç manzaralar, midem bulanıyor, başım dönüyor, şakaklarıma acı dolu oklar saplanıyordu. O artık benimdi. Sıra bana en nihayetinde gelmişti.
Kurbanım sakinliğiyle beni sinirlendiriyordu. Anlayamıyorum, bir insan nasıl bu kadar soğuk kanlı olabilir ki? Hem biraz önceki dehşetengiz hayalimden ki öyle olmasını temenni etmedekten başka çıkar yolum yok, dahi ne denli korktuğumu ve kanımın ne denli soğuyup neredeyse buz kestiğini bir ben bilirim.
"Unutmamam gerekiyordu bazı ayrıntıları!"
"Neden?"
"Asıl sen neden çalıların arasından kaçar gibi kapıma dayandın?" Suratına tükürmek istiyordum. Beni takip etmişti. Benim belki de o lanet şeyden kaçtığımı görmüştü. Korku dolu suratımı zevkle izlemişti. Devam etti, " Yoksa birinden ya da bir şeyden mi kaçıyordun?" Şeyden derken bekledi, suratımda korkunun belirip küçük düştüğümü görmemi bekledi. Olmadı ama. Olamazdı zaten. Ne zorluklarla yetişmiştim. Ruhum kabuk bağlamış, kabuk da sıyrılıp düşmek yerine her geçen gün daha da güçlenmiş ve beni sarıp sarmalamıştı.
Hatıralar, her yerdeler, onlardan kurtulmak neredeyse imkansız. Bu lanet herifin karşısında dururken daha bir berrak görünüyor dehşet dolu anılarım.
Bıçağımı daha fazla sıkıyorum.
İlerliyorum. Gözlerime kan hücum ediyor. Aramızdaki masayı deviriyorum. Duvara yaslanıyor. Suratında en ufak bir korku belirtisi bile yok. Bu beni daha da kışkırtıyor. Terlemiyor bile. Sonra gözlerine bakıyrum. Kapkaralar. Derin kuyular gibi. Dipleri belirsiz, bilinmez.
Ve elinde yıldırımı tutan Zeus gibi heybetle bıçağı tutuyorum. Ve ona ...
İkinci Bölüm
ACIMASIZLIK
Her tarafta takım elbiseli, ciddi, hüzünlü insanlar. Herkes üzgün. Yarın çoğu bu hüznü üzerlerinden rahatlıkla atacaklar. Ama ben, ben asla bu üzüntüden kirli bir elbiseden sıyrılır gibi kurtlulamayacağım. Bu hüzün tenden öte benliğime kazındı. Ölüm, en büyük acı ölümmüş. Yalnızım şimdi, yapayalnız. Benden bir parça, geldiği yere geri dönüyor. Oğlum atık kollarımda değil Allah'ım, neden bu kadar erken aldın onu benden.
Güneş gözlüklerimin arkasına sığındım. Ama ne fayda eder ki? Gözyaşlarım birbirinin ardı sıra süzülüyor gözlerimden, hüzünle sararmış yüzüme.
"Başın sağolsun Ahmet, başımız sağolsun, yeğenimi erken aldı ama üzülme, o ancak sevdiği kullarını cennetine alır. Yavrucak şimdi ilahi huzura erdi. Sevineceğin yerde üzülüyorsun, toparla kendini."
"Hoca Efendi! Canımdan can koptu. Şimdi ruhum bedenimde çırpınıyor. Hayat, yaşamak, nefes almak günah artık bana. Durduramadım. Onun yerine ben ölmeliydim. Ölebilecek, yavrumu, Berk'imi yaşatacak kadar hızlı bile olamadım. Şimdi her gün tekrar tekrar ölmektense..."
Elini beline attı. Kara bir tabanca çıkardı. Şakağına doğrulttu.
"... bir defa öleyim, Allah günahlarımı affetsin!"
"Dur evladım. Bilmez misin Allah'ın verdiği canı onun takdirine karşı gelmeye cüret ederek almanın günah olduğunu. Kendin, canını alsan dahi günahtır bu. Berk için yapma. Babasını ahirette de ondan ayırma!"
Zavallı Ahmet dizlerinin üzerine çöktü ağlamaya başladı. Hıçkırıklar, gözyaşları ve derin iç çekişleri. Bu tam bir hüzündü. Sanki etrafta toplanmış sahtekarlara nispeten yapıyordu bu gösteriyi.
"Ağla evladım ağla, için açılır. Dök zehrini dışarı. Berk'i merak etme, o şimdi annesinin kollarında!"
Hüzünlü sahneleri severim hem de çok. Hüzün insana insan olduğunu anımsatır. Kalbi olduğunu, gözleri olduğunu ve o gözlerden gözyaşlarının süzülebileceğini anımsatır insana. Aşkla coşan kalbe hüzün yıkımı yaşatır. Var olanın kıymetini hatırlatır.
Bana kalırsa vurmalıydı kendini. Ya bu hayattan sonra başka bir hayat yoksa? Boşuna mı o anı binlerce kez aynı acıyla yüreği günden güne daha da büzülerek, ezilerek yaşayacak? Değmez. Acı denizinde yüzmeye değmez ufukta kara görünmezken, bırak kendini gözyaşlarından tuzlu sularına bu denizin, yavaşça dibe doğru süzül, birkaç hava baloncuğu bırak geriye, onlar da hayattayken yaptığın onca şeyi hatırlatsın sana. Hiçlik. Öldükten sonra geride kalanlar seni ansa ne yazar, anmasa ne yazar? Sen ölmüşsün, sonrasından sana ne? Sen bilmedikten sonra, hissetmedikten sonra sevilmekten, sayılmaktan sana ne? Onurunla yaşa ve onurunla öl. Her gün ağlayacağına, bir gün ağlat sevenlerini...
Sever onlar sahte gözyaşlarını, bir cenaze de sana tertiplerler. Hayatta kalanlar olarak gövde gösterisi babında.
Neyse biz bu harikulade hüzün tablosuna geri dönelim. Hüzün ne de şahanedir. Bir tohumdur. Ruhuna ekersin insanın. Ama bilemezsin ne renk bir çiçek açacağını büyüyecek olan yeşil harikanın.
Küçük bir tabut. İnsan ömrü ne kadar da kısalabiliyor. Bu dünyaya gözlerini yumdu. Daha hiç sevmeden, aşkı tatmadan, ne yazık değil mi? Halbuki ölmesi gereken yaşlılardır, hayatlarında aradıkları her tada varanlardır, ya da varma fırsatına bir kere dahi olsun sahip olanlardır. Ama adalet, ilahi adalet böyle, elden ne gelir?
Hoca ağır adımlarla camiden çıktı. Etraf yemyeşildi. Ağaçlar, çiçekler, çalılar, çimenler... Doğa tüm hünerini gözler önüne seriyordu. Aşk, ilahi aşk buydu, bu manzara karşısında büyülenmekti. Hocanın üstünde yeşil, uzun bir kaftan vardı. Mustafa Efendi dengeli, anlayışlı idi. Ne zaman ne deneceğini bilir, öyle derdi. Herkese karşı huzur verici bir havayla yaklaşırdı. İnsanların yüreklerine huzur denen o güzel abı hayattan sunardı. Hiç karşılık beklemezdi, o sadece iyi bir insan olmak istemişti. Ama hayat çok acımasız. Onun o saf, tertemiz, apak ellerine de kan bulaştı. Yıllar önceydi, bu adamın yüzündeki tek huzursuzluk o anısının suyun yüzüne vurmasıyla oluşurdu. Kimse günahsız ayrılmaz son peygamberden sonra bu dünyadan.
Akıllardan ne gibi düşünceler geçer, bir Allah bilir.
Üçüncü Bölüm
CEZALANDIRMAK
Ben nasıl bir insanım böyle, ellerimde insan kanı parlamakta, bunu hiç istememiştim, böyle olsun istememiştim, neden, neden böyle olmak zorundaydı? Kadercili mi devreye giriyor? Hayır, böyle düşünmemeliyim...
O gün olanlardan sonra elimi ne kadar yıkasam da hep aynı parlaklık var, kan lekesi çıkmıyor, çıksın diye sapkınlıklara düşüp de üstüne biraz daha kan bulanınca çıkar sanar oluyorsun, yanılgıyı hayal kırıklığınla ve vicdan azabınla ödüyorsun.
O, her ne lanet şeyse beni takip etmekte, bu yolculuğa daha fazla katlanamıyorum, köpekler ciğerlerini parçalayarak ulumakta, gecenin zifiri karanlığı sarmalamış bizi, yalnızım, sokak kapısını açıyorum, soğuk geceye paltom sırtımda dalıyorum.
Bir parka giriyor, ilk banka oturuyorum, bir sigara yakıyorum, beni izlediğinin farkındayım;
"Tamam, bu hayattan bıktım artık, sen de yorma kendini daha fazla, kıpırtısız bekleyişim, beni kurtarman için, bunca zaman kurtuluşundan kaçmış bir acı, ıstırap bağımlısı olarak, burda, son bir keyif sigarasıyla selamlıyorum gelen geçen zamanı, yaşadığım her anı, doğayı, var oluşumu..."
Kıpırtsız dinledi, ses yok.
Ses önce arkadan geldi, kesildi. Sonra iki sarı kandil ışığı takıldı gözlerime, önümdeki çalılardan bana gelmekteler...
Yolun sonundayım, başındayım o dönüşü olmayan ufuklara giden yolun, derin bir nefes daha çekiyorum sigaramdan, usulca karanlık siluetine doğru üfleyip, izmariti sol avcumda söndürüyorum, elveda!
Ne istediğimi biliyordum ama ona birden ulaşmak beni korkutmuştu. (III. 236)
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Dünde Bıraktıklarım
-
►
2007
(28)
- ► Nisan 2007 (19)
- ► Temmuz 2007 (1)
-
▼
2008
(115)
- ► Şubat 2008 (1)
- ► Mayıs 2008 (80)
-
►
2009
(33)
- ► Eylül 2009 (1)
Nexus
- Eren
- İstanbul, Türkiye
- Söyleceklerim olmaya devam ettikçe burada olacağım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder