Salı, Aralık 30, 2008

Kar Altında Rüzgar

KAR ALTINDA RÜZGAR

Umutsuz bakışlar vardı önce,
Sonra yavaş yavaş başladı kar yağmaya,

Tiz bir ses geldi,
Notaların arasında çığlığını o an duydum,
Belki de hep oradaydın,

Soğuyor hava, karardıkça esiyor rüzgar da
Umutsuz bakışlar vardı önce,

Başımda saçlar dağılıyor estikçe,
Bir an önce yetişmeliyim,
Neresi olursa,
Acele yürüyüş beni uzaklaştıracak,

Bir koku geliyor,
Derinden, etkileyici; kalıyor, siniyor üstüme,

Eski şehrin sokaklarında, küflü esiyor şimdi,
Binlerce canın feryadıyla, gözyaşlarıyla geliyor,
Islak, kanlı vuruyor üstüme,

Bir an önce kaybolmak, karanlığa karışmak istiyorum,
Olmuyor,
Olmayacak da sanıyorum,

Sinirleniyorum, yaşanmışlıklar beynime doluyor,
Kan damarımda kaynıyor, kabarıyor,
Şakaklarımda zonkluyor damarlarım,
Ellerim titriyor,

Eski şehrin rüzgarı kan kokuyor,
Daha net, daha gerçek,

Bir ses geliyor, çok uzaklardan biri bana sesleniyor,
Etrafıma bakıyorum,
Baktıkça kayboluyorum,

Aldığım yol kıvrılıyor, bükülüyor,
Gerçek olan gözümde eriyor,
Karanlık sırla geliyor,

Bir ses geliyor, çok uzaklardan biri bana sesleniyor,
İçimde karıncalanmalar,
Bulutlar gelip geçiyor,
Seyrediyorum, yıldızlar göz kırpıyor,

Ruhum istirahatine hazırlanıyor artık,
Günler ve geceler birbiri aksine seyrederken,
Havada ölüm kokusu var, üstüme siniyor,

Yağmur başladı,
Berbat bir şekilde,
Çamur mu yağıyor, hayat mı,
Zehre, günaha bulanmış hayatlar yere,
Cehenneme dönüyor,

Yürüyerek atlatılamaz,
Hangi çatı bu yağmura dayanır,
Hangi set bu sele direnir,
İmkansız,

Sonu gelmez kıyım zamanıdır şimdilerde,
Gündüz gözüyle kabuslar görülür oldu,
Felaketimle yüz yüze,
Günahlarım diriliyor gözlerimin önünde,
Cesetler topraktan kopuyor,
Sade kemik, çürümüş etler,

Fırlatılan her parçada eriyen zamanı görüyorum,
Zaman bükülüyor,
Arasından geçmiş doğuyor,
Gelecek dünde ölüyor,

Anlamsızlıklar eşiğinde kalakalıyorum,
Ve ölümsüzler gözle görülür oluyorlar,
Perdeler kalkıyor,
Yaşayanlar için gerçek artık ortada,
İnançlar parçalanıyor,

Bir an geliyor,
Karanlıkta her şey kayboluyor,

Defalarca ölümlere ve doğumlara tanık oluyorum,
Bir nefeslik anda,

Ve yer altımda şekilleniyor,
Kan akan toprak kaynıyor, soğuyor,
Kuruyan toprakta silüetim kazılıyor,
Canlı gözlerimde karışıyorum aleme,

Toprak olup özümde özüme bakıyorum,
İnsani olandan sıyrılıp evrenin sonsuzluğunda,
Kayboluyorum,

Bildiğim yoldan, bilmeden geçiyormuşçasına,
Kendi yazdığım şiiri,
Okurken tanıyormuşçasına,

Kar yağıyor, tipi başladı,
Rüzgar çok sert esiyor,

Neresi olursa olsun, sığınacak bir yer bulmalıyım,
Adımlarımı beyaz perdeyi yırtarcasına hızlandırıyorum.

Cumartesi, Aralık 27, 2008

Yaşamak bir amaç uğruna olmalı

Öyle değil mi?

Bazen birilerinin ölmesi gerekir,

Öyle değil mi?

Yetmezmiş gibi, bir de kabullenmek gerekir

Öyle değil mi?



Dur bakalım orada,

Kabul edecek değilim bunu,

Beni anlıyor musun?

Bana bir cevap ver,

Beni anlıyor musun?

Sana diyorum lanet olası,

Bir cevap ver!

Lanet olsun,

Bir cevap ver!
Kararsın bütün bu dünya ,
Bana ne ,

Perdeleri açmaya halim yok ,
Işık odama parça parça giriyor ,

Huzursuzluk var ruhta ,
Kapım ne zamandır kapalı ,
Hatırlamıyorum ,

Terliyorum da
Terim tende kuruyor ,

Sıkılıyorum da
Sıkıntılar da ter misali geçmiyor ,

Bir kız var aklımda
Bir güzel var aklımda
Sen varsın aklımda
Güzeller güzeli ,
Aklımdasın ...


27.04.08
Güzel miyim ?
Dediğin anda çirkinleşiyorsun ,

Bırak gözlerin ışıldasın
Güzelliğinin ışıltısında korkma

Topraktık
Toprağa hasretiz ,

Bir damla çamura
ışık suretinde düştük

Şimdi birer kan torbası
Olmasaydı gözlerimde o ışık


27.04.08
Bir sabah kadar güzelsin
Gözlerin ışıldıyor
Akşam olmayacak kadar ,

Bir kuş ötüyor
Yeşil bir yaprak düşüyor ,
Olacak şey değil ,

Aklım bir geminin puruvasında ,
Tuzlu rüzgar gerek şimdi bana ,
Ufka tek uzasın mavi ,

Dalgalansın gözlerimle
O dalgalandıkça ,
Köpüren ben olayım

Mısralarda , yıkımlarda , kızıllarda
Seninle olayım ,

Gerçek olsan , yanımda ,
Hayal , bilmiyorum ya

Bir romanın sayfalarında
Sonra bir şiirin mısralarında

Baktım onda da yok
Aramak var aklımda seni

Rüzgarda
Dalgalarda
Bembeyaz köpüklerde
Martıların kanatlarında
Bulutların arasında
Güneşin göz kırpışında ...

Arıyorum da
Bulamıyorum
Söyle güzel kız , neredesin ?


27.04.08

Perşembe, Aralık 25, 2008

Şimdi sessiz bir gece,
Gündüze inat masmavi,
Yıldızlar parıldarken içimde huzur
Tarif edilmez zevke eş şimdi gece…

Uzun bir yolun başındayım,
Yol durmuyor,
Git gide uzuyor,
Sonsuz bir gelgite hapsolunmuşluk…

Sararan bir yaprağın yüzünde gözyaşı,
Yeşile çalan bir damla kan,
Hüzün, sonbahara sızmış…
Damarlarım acıyor, hüznüm kanıma sığmıyor…

Yayılıyor bir karanlık benden,
Sıcağın ortasında,
Sararıyorum…
Nefes dahi alınmıyor,

Şimdi göz gözü görmüyor,
Her yer kapkaranlık,
Soğuk ve ıssız,
Bir nefeslik bir dünya şimdi bu.

Gece hiç bu kadar karanlık olmuş muydu,
Ya da gün bu kadar aydınlık
Bir iş var bu işin içinde ya
Anlayamıyorum…

Sen görmeyeli mi değiştin bu kadar,
Saçların bu kadar güzel miydi,
Ya gözlerin, önceden de bana
Böyle mi bakıyorlardı,

Ay bu kadar karanlık mıydı,
Önceden de
Hiç umut yok muydu,
Elveda!

Fısıltıları,
Uğultuları,
Onları duyduğunu söyle bana,
İhtiyacım var bunu duymaya,
Sesler,
Cızırtılar,
Beynimde zonkluyorlar,
Duymuyor musun,
Hayır, hayır,
Duymamana imkan yok,
Duyuyorsun,
Sadece beni
Beni kandırıyorsun,
Öyle,
Öyle değil mi,
Geliyor,
Geliyorlar…

İlahi aşk bu başım dönüyor,
Sözler dalga dalga,
Tüylerimde o son ürperti,
Gözlerim kararıyor,
Dünya dönüyor,
Ben düşüyorum,
Her yer kapkaranlık,
Gözbebeklerim acıyor,
Gözyaşlarım…

Seni tanımak dedin,
Vapurda mide bulantısı gibi,
Ama şikayet etmiyorum,
Garip, hoşuma gidiyor…

Ya seni tanımak
Yağmur damlası,
Uykuda bir rüyaya aşık olup,
Ertesi gün sokakta onu bulmak gibi.

Perşembe, Ekim 16, 2008

Kapılarca

Ve kapılarca yol almak gerekti,
Dokuza ulaşmak için onlarcasından
Ahşap ve çelikten, sayısızcasına,
Ve nihayetinde buradayım
Bir başıma...

Gece baykuş sesinde çağırdı beni,
Hediyeleri vardı, sundu sessizce,
Ve karşılık beklemeden uçup gittiler,
Terliydim ve yorgun...
Ellerim alnımda, ıslaktı,

Sonra gözlerimi açtım; acıyla,
Ellerime baktım, ıslaklığa,
Ve o anda ilk kez ay ışığında
Parlayan kana şahit oldum!

Savur Saçlarımı Rüzgar

Savur saçlarımı rüzgar
Görmedim ömrümde böyle efkar
İbre sağda rahat, kalsın,
Biz diyemiyorum artık, olsun,
Gece yollar ne güzel, bilirsin,
Şeritler akıyor, lambalar suskun,
Şimdi herkes sussun,
Sessiz haykırışım kulaklarını bulsun,
Her nefes sonuncuymuşçasına
Derinden doluyor içime,
İçimde yokluğun, kalbim bomboş,
Perişan, derbeder...
er şey senden yana,
Ben yapayalnızım, sensizken sonsuza dek,
Uykularım kaçıyor,
İçim sıkılıyor...
Hızla es rüzgar,aklımda binbir düşünce,
Elinden geliyorsa, kopar al benden,
Bu gece de zifir karanlık,
Gözlerin yok,
Yolumu bulamıyorum...
Şimdi, sensizlik hali,
Zamanı ellerimden çaldı,
Hangi günün, hangi saati bilmiyorum,
Bilmekten korkuyorum,
Dinmeyen sevgin kalbime kar
Lanet olası zaman ki zarar
Savur saçlarımı rüzgar
Görmedim ömrümde böyle efkar

Yaz Yalnızlığı

Günler zamanda uçuyor,
Terliyorum,
Dört bir yanımdan rüzgarlara esirim,
Dalgalardan tuzun kokusu geliyor,
Titriyorum,
Derin maviye bakıp, korkuyorum,
Sadece bir dakika,
Her şey işte böyle bir aralıkta başladı,
Bu kadar kısaydı,
Özensiz, derme çatma...
Perdeye dolan rüzgar gibi içim kabarıyor,
Aldığım nefes zor bela,
Vermekse olası değil,
Gitmek ne zormuş dönüp bakmadansa,
Ellerimde kan,
İçim kanıyor, yaram derin,
Derbederim...
Kapılar ardınca açılıp kapanıyor,
Duman duman bir uyku beni saran,
Sarıldığım yokluk,
Avuntum varlık,
Bedenimden içerilerde ruhuma bakıyorum,
Kararıyor,
Sevmek, pişmanlığı yaşamanın kısa yolu,
Sarıldığım beden,
Sevdiğim,
Sevildiğimi sandığım...
Gerçek, acımsı tadında hiç lezzetli değil,
Lakin yemek lazım hazmetmek adına,
Ve kaldırıyorum kadehimi,
Yalnız senin adına!

Dörtlük

Dinmeyen sevgin kalbime kar
Lanet olası zaman ki zarar
Savur saçlarımı rüzgar
Görmedim ömrümde böyle efkar

Çarşamba, Eylül 24, 2008

Genç Şövalye

Uykusu vardı, uyuyamadı. Yazacak çok şeyi vardı, gözyaşlarına engel olamadı. Küçücük bir çocuktu o, o güne geri dönüyordu düşündükçe ve yazmak istedikçe; bir ağaç rüzgarı sallıyordu. Karanlık topraktan güneş doğuyordu, balıklar uçuyordu, toprak kabarıyor, dalgalanıyordu, durmadan ve durmadan…
Bir rüya gibi gelen anlardı bunlar, gerçekler demeyi çok isterdi, dönmeyi çok isterdi ya hayalleriydi bunlar. Rüzgar savuran ağaç var ya, onun altında bir beden uyuyor, çalkalayan da ona özlemi çocuğun, ona eksikliği, kaybının acısının yürek burkan kabartısı…
Çocuk başına buyruk çıktı sokağa, elinde oyuncak kılıcı dünyaya baş kaldırdı, kadere baş kaldırdı. Kaybının hesabını soracaktı;
“Baba! Nerdesin?” dedi, ses gelmedi. Toprağın altına saklamışlardı onu, kesin duymadığındandı cevap vermeyişi, ya da duyuyor ama ağzını bağlamışlardı, onu beyaz çarşafa sararlarken görmüştü, düşmanlarını anımsadı.
Yürüdü, nereye gideceğini bilmiyordu, kılıcını sıkı sıkı tutuyordu, elini acıtmaya başlamasını umursamadan gerçek bir erkek oluyordu. Mutlaka tanıdık bir surat yakalardı bu kalabalıkta ve amacına ulaşmak için bir ipucu bulurdu.
Sonra oyun parkını gördü. Ama o bakmadı, dediğim gibi gördü, oradaki kapıyı da görüyordu. Hiç kimse fark etmez, kaydırağın altındaki hayal kapısını, cesaretliydi, bugün oradan geçecekti, bir gün babası söylemişti, buradaki kapının yerini ve sihirli sözlerini; “ Hayal ediyorum var olman için”.
Sessiz bakışlar arasından sıyrıldı, kapıya vardı, herkes onu izliyordu, kılıcı sırtına taktı, asil bir şövalyeydi, babasını düşmanın kör kuyularından bulup çıkaracak, kurtaracaktı, o babasının kahramanı olacaktı bu sefer de…
“Hayal ediyorum var olman için…”, o anda şiddetle esti rüzgar, sonbahar kahvesi yaprakları savurdu, ama genç şövalyeyi durduramadı, asalet ve cesaretle ilk adımını attı hayal kapısına doğru, sol ayağı karıncalandı önce, sonra içinden derisine vuran bir sıcaklamayla terledi, gözleri buğulandı ve sesi duydu; “Ey hayal kapısının misafiri, söyle bana hayalini, yalnız unutma bir hayale izin var kapıda, orası da gideceğin yerdir, iyi düşün”.
Genç şövalye elini çenesine koydu ve ünlü ruh ve sinir hastalarının gözetmeniymişçesine sert ve kıpırtısız düşündü, zaman ki akan anbean umursanmadı küçük adam tarafından, sonra öksürerek başladı yüksek perdeden konuşmasına; “ Ey hayal kapısı, babamın tekrar yerin üstünde olduğu, benimle konuşabildiği, oynayabildiği bir zamanda yaşamak istiyorum sonsuza dek”.
Ve kapı sözünü tuttu, kırmızı ışıklar parladı, çanlar çalındı. Gözlerini açtı ve babasını gördü, kendinden emin gururlu ve sırtı dik kalktı ayağa –ne zaman düşmüştü ki- ve babasına koştu, sarıldı.
“Sana hayal kapısını söylemem iyi olmuş, ama bu bir sır ve aramızda kalmalı” dedi oğluna, sonra sinsi bir gülümsemeyle elleri birbirlerine sürterken hafifçe eğilip oğlunun sırtını sıvazladı. “Beni orada bırakmadığın için teşekkür ederim oğlum” dedi, gözlerindeki alevler artık görünüyordu.
O zamanlar bu alevlerin manasını bilmiyordu genç şövalye, ama yine o zamanlar onun için başarmanın mutluluğu ve kendine güveniyle parlayan bir kılıç gibiydi en gümüşünden. Sonrasında yıllarla seçim yapma zamanı gelecekti, ama bu kimrin umrundaydı ki, babası nasıl olursa olsun, babasıydı ve yanındaydı –sonsuza dek-.

Haydar Eren AKIN

Cuma, Eylül 05, 2008

Her Nefesle Sona Koşarken

Bilsen ve gün gibi kararsan
Sevmek ve çaresizliğe adım adım koşmak
İşte bu duyumsanası andır hayatta dalların kururken
Ve her nefesle sona koşarken

Perşembe, Haziran 26, 2008

Karanlık Zaman

Gecenin en karanlık zamanı
Hayaller vuruyor aklıma
Anılar karışıyor sulara
Dalgalanışlarda hayat
Ve dinginlikte ölüm var
Perdeyi aralıyorum
Ellerim titriyor
Gözlerim kanlı
Binlerce ufak ufak ışık
Binlerce hayat
Dokuzuncu katın penceresinden
Binlerce hayat
İrikiliyor insan
İç içe ve bambaşka
Binlerce hüzün, acı
Belki de mutluluk
Geceye nasıl sığıyor hepsi
Acılarla mı
Hüzünlerden mi
Kararıyor, gece vuruyor
İçimde geçmek bilmiyor
Sıkıntı
Şimdi İstanbul’da karanlık zaman!

Duman duman

Şimdi biraz yağmur zamanı
Uzaklara bakış
Anılara dalma zamanı
Hiç geçmeyecekmiş gibi gelen zaman
Tükenişimi seyretme zamanı
Velhasıl hayat geçiyor
Değişiyoruz
Ölüme adım adım yaklaşıyoruz
Uykusuz bir gece mi, onlarcası var
Sesler var
Görüntüler var
Birbirlerinden habersizler sanki
Sonra aynadaki ben
Aslında her şeyin cevabı
Gözlerimde
Hayatı kokluyorum
Derin bir nefesle, bir daha
Gün ortasında gökte yıldızları görüyorum
Ay parlıyor güneşe inat
Ve sesler aklımı başımdan alıyor
Ağacın dalındaki kuşun gözlerinden
Duman duman hayatı görüyorum…

Perşembe, Haziran 12, 2008

İlk Aşkım Aklımda

Gün olur asra bedel
Anlayamıyorum
Sensiz neden içimde sıkıntı
Hayat güzel oysa
Geceye bir baksana
Aşık oluyor insan
Neden gözlerim seni arıyor
Çaresizim sensiz
Neden, neden, neden

Denizde yakamoz, göz kırpıyor
Karşımda hayalin misali
Kollarım sana açık, apaçık
Şimdi gözlerimden yaşlar akıyor
Tuzlu ve kanlı damlıyor her damla
İçim sızlıyor her damlada
Gençlik önümde tükeniyor
Bitmez değilmiş
Tanıdığım gibi olsaydın, olmuyor

Işıklar azalıyor
İstanbul’um yalnız kalıyoruz
Senden nasıl koparım ben
Bir bilsem, ah bir bilsem
Efkarlıyım yarim
İlk aşkım aklımda
Neden senin gibi değil o da
Neden İstanbul’um
Sevip de söyleyemiyor, neden

Hem sev, hem sevme
Olur mu böyle
Kalp dediğin oyun hamuru mu
Kan var içinde kan
Bilir misin ne işe yarar
Döküldü mü neler yapar
Bilir misin, söyle
Dün akşam üstü
Efkarlandım, çıktım sokaklara taştım

Sevda Sözleri

Gece hiç bu kadar karanlık olmuş muydu
Karanlığa ruhumdan parçalar akıyordu

Kutup yıldızına bakasım var, bir de sövesim
Neden başımdan ayrılmazsın var diyesim

Romanın sayfalarında sabaha kaçsam
Aman Allah deyip geceye haykırsam

Bir şarkı açsam, ses son haddinde
Kabuk bağlamış geceye neşter niyetinde

Sokak lambası sektemeden yanmada
Ben de bir ömür yanacak mıyım aşkında

Sevip de ağlamak, ardından bakmak
Gelmeyeceğini bile bile ağlamak

Aşkım diyebilmek, her şeyim demek hatta
İşte yapabileceğin en büyük hata

Karanlık bir yol var şimdi, tekinsiz,
Bir bak gözlerime yaşsız, nemsiz,

Güvercin ne işin var bu saatte
Ah çektiren var belli kalpte

Uzansam asfalta sereserpe, kime ne
Unutsam senli günleri, aşıkane

Dermansız bir yaraya düştüyse gönül
Çıkarıp atmalı mı biçare misali bülbül

Terk edemiyorum içimdeki seni
Bir sen ki, benliğimden kan içeni

Uykusuz sabah et desen, etmedim mi
Haykır desen, duymadın mı hiç sesimi

Şimdi denize karşı bir kayaya oturmak zamanı
Seni düşünüp, yakamoza atmalı senli zamanı

Nağmelerinde bitmeli her şey müziğin
Susmalı herkes, dinlemeli, aşkını senin

Dudaklarım kurusun, seni söylemeyeceklerse
Bitmiyor ayrılık, gönlümde kanayan günlerse

Biliyorum çok uzaksın,
Belki bana tuzaksın

Hicran yarası, kanıma hıçkırıklarla
Ağlasam, inlesem hıçkırıklarla

Derdine derman mı aramış
Kim demiş, kim onu anmış

Dilimde acın var hala
Sevmiyorum diyemem hala

Kanun sesinden vuran tınıda
Aşkım deyişin hala kulağımda

Bu sensiz geçen bir saate ağıttır
İster duy, ister duyma, aşktır

Ne bahara ne kışa, ne gündüze ne geceye
Ne düşen mehtaba, ne yakamoza, seyreyle

Seni sevdiğimi kelimelere nakşetsem
Görsen, sevsen, kadehten medetlensem

Kalmadı tesellim, şarkıdan nağme, denizden yakamoz
Senden kalmadı ya bir tebessüm, elde yok ki koz

Pas deme zamanı gelmiş
Kimse söylememiş

Gitme vakti gelmiş, uyuyakalmışım
Rüyamda sen, sana dalmışım

Benden sana sevda sözleri olsun Didem
Kalbimde bir ömür sen, Didem

Gün Doğumuna Çok Var

İşte dediğin gibi oldu akşam
Laf kalabalığına boğma beni
Bak havaya, bir o var; kutup yıldızı
Korkuyorum dostum, geceler
Beni korkutuyor dostum
Hep geçmiş geliyor aklıma

Gün doğumuna çok var,
Gece ıssız, sessiz, ürkütücü

Kutup yıldızı mı yaklaşan,
İlk aşkım var gözümde
Didem, gözlerinde o var mı
Demin bu kadar yakın değildin
Demin içimde geçmiş yoktu
Didem, gözüm…

Aşk dediğin sunulan en büyük yalan
Kapıldım gidiyorum, kime ne
Acılar şimdi arkadaş
Olsun, kime ne
Derde deva varmış, kime ne
Duysam sesini, ah bir duysam

Gün doğumuna çok var,
Gece ıssız, sessiz, ürkütücü

Gözlerinde gözlerim
Geceye sarılışlarımız
Bomboş yolda yürüyüşümüz
Hayallere tutunuşumuz
Geleceğe ümitle, zaman dört elle
An ki sen ol yanımda; cennete kavuşayım

Yaklaş

Kutup yıldızı bir peşimi bıraksa
Ben geceye baktığımda seni görmek zorunda mıyım
Bırak zifir karasına bürünsün gece
İşin ne bir bilsem…

O zaman bütün ışıkları söndürmeli
Geceye müsaade etmeli

Sakın konuşma, sakın
Sadece sevecen gözlerinle bak
Böyle olmalı sevmek
Hele geceyse konuşmaya yer yok,

Yaklaş güzel kız, yaklaş
Hayatta olduğun her an değerli

Sonra Bir Yıldız Kaysa

Pazartesi mi salı mı
Günlerimi şaşırdım, bak şu işe
Ufaktan bir tebessüm, bak şu işe
Gecenin sessizliğine haksızlık, susun
Susmuyorlar yine, bak şu işe

Sokak lambasına sırtımı versem
Belki de kaldırıma otursam

On dakikada bir araba
Sonra yarım saatte,
Bazen saat başında,
Her yer kararsa, hepsi sussa
O zaman nefes aldığımı duysam

Bir uçak geçse
Sessizliğimi parçalasa

O kadar küçüğüm ki desem
İçime sıkışsam, göğe baksam

Pazartesi mi salı mı
Günlerimi şaşırdım, bak şu işe
Ufaktan bir tebessüm, bak şu işe
Gecenin sessizliğine haksızlık, susun
Susmuyorlar yine, bak şu işe

Sokak lambasına sırtımı versem
Belki de kaldırıma otursam

On dakikada bir araba
Sonra yarım saatte,
Bazen saat başında,
Her yer kararsa, hepsi susma
O zaman nefes aldığımı duysam

Bir uçak geçse
Sessizliğimi parçalasa

O kadar küçüğüm ki desem
İçime sıkışsam, göğe baksam

Sonra bir yıldız kaysa…

Kıpkırmızı Üstüm Başım

Kıpkırmızı üstüm başım
Alacağın olsun; bak bir damla gözyaşım
Uykusuz anlarımı saysam mı
Hep senin yüzünden,
Söylesem, inansan
Yok daha neler…

Yıldız mı uçak mı seçemediğim ışık gibisin
Seviyor musun sevmiyor musun
Ama gece sokakta yapayalnız kalmak kadar
Güzelsin, daha ne denir
Karanlık kadar güzelsin

Ama bıktım artık be canım,
Sıkılıyor insan, al sana zaaf işte

Çek git başımdan!

Çarşamba, Haziran 11, 2008

Çay mı Kahve mi

Dudaklarının tuzu geliyor gece aklıma,
Tenin geliyor uyandığımda
Gözlerimi açarken yüzün geliyor aklıma
Sesini arıyorum odamda; yoksun

Çek git başımdan

Hain kız söyle nerdesin,
Beni unuttun mu dediğin gibi
Deme böyle inanmam,
Gülüşlerin geliyor aklıma…

Çek git başımdan

Kahvaltıda tat yok şimdi
Önceden var mıydı?
Bir hatırlasam…
Çay mı kahve mi karar veremiyorum…

Çek git başımdan

Elimi neye atsam vazgeçiyorum,
Ne yazasım var,
Ne okuyasım…
Kalem elimde, tahmin et kim aklımda?

Çek git başımdan

Aksime Karşı

Deniz sade, düz…
Sabahın körü, gün yeni ağarmış
Dalga yok, kusur yok…
Denizde aksime karşı, düşünceli…

Biraz dur diyorum kendime karşı
Dursan, dursam diyorum…

Ayrılık çok acı,
Mevsimlerin hiç birine sığdıramıyorum,
Zamanın dışında…
Hiç birine kin duyamıyorum…

Zaman dursa, bir dakikaya milyonlarcası sığsa
İçinde de bir ben, yeter, fazla bile…

Havlumu betona serdim,
Döndüm bir geri baktım,
Bir derinden iç çektim
İçimde her ne varsa attım suya…

Yoksun Değil Mi

Sesin mi kısıldı
Bakma öyle, içim tuhaf
Konuşsana…

Burayı hatırlıyorsun
Biliyorum
Kaç yıl oldu?

Bu günü, günümüzü unutmadın
Biliyorum
Nerelerdeydin?

Her şey siyah beyaz
Eylül sabahında
Elinde son mektup…

Bunca zamandan sonra
Aklında mı
Aklında mıyım?

Konuşsana…
Şu ağacın yanındaki gülün dalından
Şu banktan…

Yoksun değil mi?
Yıllar beni de tüketti
Sevdiysem suç mu?

O son vedada kaldım ben,
Şimdi aklım da gidiyor
Ben kalmaktan yanayım…

Senden Kopmak O An

O an senden kopmak ölümle eşken
Onlarca anı seni unutarak tükettim
Olağan olan da bu ya; unuttum
Yapmam gerekeni mi yapmamı istediğini mi,
Yaptım işte en nihayetinde,

Gecenin üçü sanırım,
Uykum yok, geceyi dinliyorum,
Gündüz duyulmayan ne varsa kulaklarımda
Klavyemin tıkırtısı bile bu kadar mıydı dedirtiyor
Sabaha az var, unutuşların şerefine şimdi,

Duvarlar var dört yanımda
Yaşam boşluklarım,
Balkona bakar bir kapı, eve bakar bir diğeri,
Bunlar da olmasa…
Yaşam da bu ya, kapılar açıp kafeslere girmek…

Senden ayrılırken ne ağlamıştım
Sen giderken,
Bir daha hiç mutlu olamam sanmıştım
Sen giderken,
Hiç sevemem sanmıştım,

Uzun bir gece, belli,
Geçmek bilmiyor
Sen nerdesin şimdi
Niye aklımdasın hala
Çek git başımdan!

Beyaz Oda

“Çek git başımdan!”

Hıçkırıklar, ardı arkası kesilmeyen hıçkırıklar. Gözlerim doluyor, tüylerim ürperiyor. Görüntüler sabitlenmiyor, sürekli o ana dönüp duruyorum. Ellerimi yüzüme kapasam da görüntüler hep orada, aklıma sızdılar, hıçkırıklar…

“Sen hiç bir rüya olduğunu bile bile…”, devamını getiremiyorum, konuşamıyorum. Belki ayna yerine biri olsaydı bu kadarını bile söyleyemezdim. Gözlüklerimi çıkarıp masaya bırakıyorum, defterim açık, sayfalar çizik dolu, hep beyaz yapraklı olanları sevdim, hep…

Kapı çalıyor, bakmalı mıyım? Bu sorunun cevabını verebileceğimi zannetmiyorum, alışkanlıklara uymalıyım, gayri ihtiyari bir devinim ve kapı sonuna dek açık;

“Merha… Senin neyin var böyle, ne oldu? Konuşsana…”, telaşlı konuşmasının hızına ayak uyduramıyorum, başım dönüyor, her yer film karelerine dönüşüyor, bense düşüyorum. Karanlık var sonra.

Uyandığımda yatağımdaydım. Bembeyaz çarşaflar, sımsıkı sarılmışım yorgana, sımsıkı. Beyazdan ne kadar da nefret etsem de çok güzel şimdi, ayrılmak gelmiyor içimden,etrafa bakınıyorum. Beyazlar hep hastane odasını hatırlatıyor, sessiz geceleri, mide bulandıran ilaç kokularını, bitmeyen serumları… Midem bulanıyor, kusmamalıyım, her yer tertemiz…

Odamı görmek çok güzel, her yerde anılar… Kitaplarım, en son bıraktığımda bu kadar düzenliler miydi, zannetmiyorum, belki de annem beni yatağa yatırdıktan sonra ben uyanana kadar ortalığı temizlemiştir. Herhalde öyledir.

Ayağa kalkabilecek gibi hissetmiyorum ama lavaboya gitmeliyim, kusmam gerek, her yer çok temiz, kusmam gerek, her yer ilaç kokuyor, her yer bembeyaz…

“Eren, sen hiç bir rüyada olduğunu bile bile ona inanmayı, onu yaşamayı seçtin mi? Söylesene, bir rüyaya sığınıp, saklanacak kadar kendinden kaçtın mı?”

Ayakta kalakalmış bir insan. İşte ben, soruyla donup kalıyorum. Etraf çok inandırıcı, ilk ödülüm, kazandığım kitap seti, en sevdiğim çocukluk fotoğrafım, saatim, ilk yağlı boya resmim… Her şey yerli yerinde… Bir dakika, ama her yer çok beyaz, duvarlar beyaz olmamalıydı, yatak da…

Kapıya yöneliyorum, öğürmeler artıyor, kusmamalıyım…

Kapıyı açıyorum, karşımda o. Uzun siyah saçları yüzüne karışmış, ela gözleriyle bana bakıyor, telaşlı bir sevinç var dudaklarının kıvrıklığında, gözlerinde şefkat, sevgi var… Bir an sanki bir yıla dönüşüyor derken çıtırdıyor; hayallerim parçalanıyor, mutluluklarım ve umutlarım can çekişiyor, gözlerime geri yollayamayacağım denli yaşlar birikiyor. O, … Söylemek, tekrar yaşamak berbat… O, hemşire kıyafetlerine bürünmüş…

İster istemez çarpık bir gülümseme suratıma ilişiyor. İtip lavaboya gidiyorum, ama hayır, olamaz, odamın kapısı hastane koridoruna açılıyor, böyle olmamalı, bari son rüyamda güzel şeyler olmalı, buna hakkım yok mu?

“Yok! Eren, bunu sen de biliyorsun, uzun sayılabilecek bir hayat yaşadın, bu rüya da olması gerektiği gibiydi, bir rüya olduğunu bilerek sen inandın, hadi uyanma zamanı, hadi, hadi…”

“Hayır, uyanmayacağım, bu benim elimde, değil mi, yoksa benimle neden konuşasın ki? Söylesene bunu istememe gerçekten mecbursun değil mi? Şimdi elime düştün işte, defol! Sana diyorum defol, ben burada mutluyum ve kalmaktan yanayım.”

“İyi niyetimi kötüye kullanmamanı tercih ederdim, her şey beni elimde unutma, unutma, sakın…”

Karanlık ve ekşi kusmuk.

“Hasta kendine geliyor, doktor!”, hemşire zarif adımlarla içeri süzüldü, yüzünü kapayan saçlarını eliyle geriye savurdu, kusmakta olan gencin boynunu arkadan destekledi ve temizlemeye başladı etrafı. Sonra koşuşturma oldu birkaç dakika ve beyaz, sadece beyaz…

Gözlerimi tavanda sabitledim. Dişlerimi sıkıyorum, oldukça sıkılar, bir gün şöyle demişti o; “Dişlerini her gün fırçala ki sağlam olsunlar, bir gün dişlerini sıkman gerekecek, yeterince sağlam olduklarından emin olmak isteyebilirsin!”

Evet, her şey senin elinde, görüyorum, ama pes etmiyorum, bir rüya olduğunu bile bile yaşıyorum ve inanıyorum…

Cızırtılar ve hışırtılar duyuyorum, çok uzaklardan, çok…

Sonra, hava defalarca kararıp aydınlanıyor, defalarca, ve o oda hep öyle kalıyor, sabırla dişlerini sıkan ve tavana bakanla beraber, sonra farklı gözlerden, farklı acılarla o kapının dışından içeriye giriyor bir kadın, üzüntüsü her halinden belli, doktora bakıyor, doktor ciddi, soğukkanlı…

“Durumunda bir değişiklik yok, üzgünüm!”

“Onun… Onun yaşadığını bilmek, görmek bile bana yeter, bir an bile ayrılmak istemiyorum yanından, bir an bile…”

“Evet, hanımefendi, bazen bir rüyaya bile inanmak, onu yaşamak ister insan, sizi anlıyorum!”

Suratında hafiften bir gerginlik oldu, göz kapakları gerildi, açılmamak ister gibiydi, annesi doktora korku dolu gözlerle baktı;

“Onun şu anda ne rüyalar gördüğünü bilmemize imkan yok, bence onu rahat bırakalım, ne dersiniz, belki de rüya görmeye devam etmeyi isteyen odur!”, doktor gülümseyerek hastaya bakmaya devam etti…

Bu sesler de ne, kim var orada? Hayır, bu iş seninle benim aramda, hayır, ona dokunayım deme sakın, hayır, uyanmam için iyi bir numara, ama hayır, hayır…

Cumartesi, Mayıs 24, 2008

Hiç Söylemedim

Gece mehtaba karşı
Bir duble rakı, sonra karşımdasın
Mehtapta sen,
Yıldızlarda sen,
Bir baktım her yerde sen
Sonra bir pire fırladı cebimden
Elinde bir bilet
Üstünde adım,
Nereye dedim yolculuk
Beni sana götürecekmiş
Atladık cebime, düştük yollara,
Cebimde biraz rakı, biraz hiçlik kokusu
Sonra karanlık
Uyandım ki yanımda sen
Pire nerede ki?
Bulamadım,
Sana da seni nasıl buldum
Hiç söylemedim...

Cumartesi, Mayıs 17, 2008

Bir İnsan Varmış

Öyle çok uzak olmayan bir zamanda
Çok konuşan bir insan varmış,
Güzel, cicili kelimeleri varmış,
Ağzına da yakıştırırmış, etkilermiş
Miş, miş, miş...
Unutmadan söyleyelim,
Eleştirmeyi de severmiş,
Kafasında kalıpları varmış;
İlmi, deruni...
Ama unutmazmış da demeyi
Eleştirilerim kırmak için değil,
Seni geliştirmek için,
Unutulmamalıdır derim şimdi de ben
Naçizane fikirlerimle
Bir içsel sürecin sonucudur şiir,
Ele avuca sığmaz,
İster noktayla, ister virgülle,
Bir kaba sığmaz,
Ak dersin akmaz,
Sonra bir bakarsın sular seller,
Bir an gelir,
Kelimeler alır seni götürür,
Beklememeli insan mürekkebin damlamasını
Kan damlasının kalpteki hızına
Biraz da ilhamına bakar şiir,
Bazısı ilmi der, kural der,
Der de der,
Onu da anlarım,
Anlamak var, anlamak var,
Şiir yaşamımdır,
O yaşam ki, bir bana ait Bir ben...
Ancak ben yazarım,
Soğuk terle uyandığım kabusum
Güzel bir kızın dudaklarında sarhoşluğum
Bunları ben hissederim
Gönlümce yazarım
Ey şiirime gözleriyle eşlik eden
Orhan Veli'ye Nazım Hikmet'e diyebilir misin,
Olmamış şunu gözden geçir diye,
Hadi Allah'tan rahmet de
Bana da deme
Nasıl içsel süreçlerim işliyorsa
Baştan sona
Bırak içime sinmeyen
Karaladıklarım olsun hatalarım
Bırak haykırışlara sessizlik demeyi
Şimdi haykırmak zamanıysa
Haykırmalı insan
Bırak ne dediyse
Öyle haykırası gelmişse karışma
Bırak, bırak haykırsın
O zaman güzelleşir dünya
Özgürlüklerdir insanı insan yapan
Ben, eğer bensem
Her aldığım nefes
Kalbimin her atışı beni var eden
Satırlarım da benden
Her anımdan
Namütenahi bir süreçtir bu
İstesen de
Artık durduramazsın!

Susuzluktan Kurudu

Bir gonca gül olmaktı tek hevesi
Yaz başında
Açarken ilk yeşil yapraklarını
Kuru dallarından
Hayat buldu kuru bedeninden
Doyumsuzdu
Açsın istedi her biri
Kandan dahi kızıl
En derinden vuran aşkın alevi
Bakınca kızılına sararsın, solsun istedi,
Çok şey mi istedi
Bencillik içinde mi vardı
Bir yaz sabahı daha
Güneş doğudan doğdu
Bir gonca gül
Kızılın en, en, en...
İşte öyle olanından
Açtı!
Hayat durdu bir an sanki
Sektedi mi yoksa
Yoksa...
O sabah kuşlar ötmedi
Dalındaki örümcek ağ kurmadı
Sinek uçmadı
Bahçıvan görünmedi
Gülü sulamadı
Öyle bir renkti ki zaman
Durdu...
Öyle güzel açtı ki
Susuzluktan
Kurudu!

Günlerden Bir Gün

Dünyada ne günler yaşadım, nefes üstüne nefes

Biraz huzur dedim, kafes üstüne kafes

Dilimi konuşturayım dedim, üst üste prangalar

Gençlikten mi, kandan mı, vazgeçemiyorum

Söylemeden edemiyorum

Dünyada ne insanlar gördüm de gördüm,

Eksik gedik gördüm mü, söylemeden duramadım,

Bir nefes daha aldım, içimde ne varsa söyledim,

İnsanın diline nasıl kelepçeler vurulur

Nasıl susturulur, nasıl, anlatın bunu bana

Hayat ırmağının kıyısındayım,

Ellerimde yüzyılların asası,

Yüzyılların savaşları gözlerime serilmiş,

Krallar, başkanlar vesaire

Ölüp ölüp diriliyorlar

Sonra biraz huzur dedim

Cebimden bir ses geldi,

Hayaller ülkesinden bir bilet buldum

Üstünde adım rengarenk harflerle

Gel de gitme, gel de gitme

Ruhumda biraz solgunluk var sanki

Bir kırık aşkın batışı mı bu, hayallerim gibi

Elimi şıklatıp mavi alevler yaratsam da

Kılıcıma yeşil, mavi kanlar bulasam da

Olmuyor, kinimi atamıyorum

Derinlere inesim var,

Her yer çok karanlık

O ses ne, kim konuşan

Bu dünyada ne günler yaşadım

Şimdi ölmek zamanı sanırım.

Cuma, Mayıs 09, 2008

Tophane'den Taksim'e Küller

Duman yavaş yavaş dağılıyor,
Küller rüzgarı bekliyor,
Hava kararıyor,
Durgunluğa son veren adımlarım atılıyor...

İstanbul sokak sokak küllere gömülmüş,
İstanbul gri, toz tutmuş, eskimiş,
Altında binlerce yanık, açık yara...
Verdiğim nefes koyu sisler peydahlıyor

Tophane'den Taksim'e yürür bir genç,
Yokuştur, havada bahar sıcağı,
Alnında birkaç damla ter,
Gözleri parlıyor, bilmem neden...

Anılar karmakarışık, o belki de benim,
Ve belki de sana geldiğim gündür o,
Belki, yanan şehir değil de kalbimdir,
Belki, her nefesle sise boğulan aklımdır,

Perşembe, Mayıs 08, 2008

İstanbul'da Koyu Karanlık

İstanbul'da bir öğleden sonra,
Ay parlıyor, yıldızlar, ve neden sonra,
Sen geliyorsun kayan yıldızla aklıma,
Bir küçük tebessüm, yeniden karanlık sonra

Gece geliyor aklıma, ay dolunay, parlıyor
Sanki düşünmesem aydınlanacak sokaklar güneşle
Sonra sen geliyorsun aklıma, ay ışığında, güneş gözlerinle
Sanki düşününce var oldun, düşündükçe bitiyorum

Gecenin kaçı bilmiyorum, koyu karanlık zamanı,
Ayın kaçı, hangi günü hiç bilmiyorum, hiçlik zamanı,
Tek bildiğim, beni saran koyu karanlık zamanı

Aklımda binlerce düşünce, karmakarışığım
Sen de varsın, sen de, sensiz olabilir miyim sanıyorsun,
Bir yıldız daha kayıyor, bir ışık daha sönüyor

İlk defa kayan yıldıza bakıp, gözlerimde iki damla, parlak,
Seni gördüğüm günden beri, aklımda vızıltılar, uğultular,
Sensiz bir dilek tutuyorum, söylenmezmiş, boşver, elveda!

Pazartesi, Mayıs 05, 2008

Yapma Kalem Yapma

Yazdıkça kazıyorum aklıma seni
Yapma kalem, yapma,
Dur iki satır da,
Unutayım,
Uyusam mı,
İçsem mi,
Bir kadeh rakı mı,
Yetmez devirsem mi anılara bir büyük,
Bir büyük yeter mi
İçimdeki seni boğmaya,
Sigaramın dumanında boğulur musun,
Çıkar mısın aklımdan bir an olsun,
Yapmazsın,
Biliyorum, yapmazsın,
Çık camdan Eren, çık,
Bağır için açılsın,
Sesin kısılsın,
Bir kadeh daha doldur,
Belki bir hayal olur,
Yanındaki sandalyede oturur,
Bir hayal olsan,
Yanımda olsan,
Olmadığını bile bile
Dudaklarına dokunsam,
Böyle de yapılmaz ki,
Böyle de güzel olunmaz ki!

Zannettim Olmadı

Üç beş satır kelam yazdım
Seni, dediklerini, yaşadıklarımı(zı)
Unuturum diye
Olmadı; seni unutamadım
Unuturum zannettim
Olmadı
Unutamıyorum seni
Vefasızım
İnsafsızım
Canım
Aşkım...

Yüzümde Bir Gülümseme

Bir damla gözyaşında gemiler yüzdürürüm
Dünyaya küserim içime dönerim
Kabuğuma saklanır geçsin diye beklerim baharlar
Gülüşmelere duyar, dayanamam
Seni görmemeye hele bir bilsen
Hiç dayanamam
Bir yaz sabahı olsa, elimde çayımın son yudumu
Bir de sen olsan
Olmasan da bir vesikalığın olsa
O da mı olmadı, silikleşmemiş bir hatıran olsa
Vuran her dalganın beyaza çalan köpüğünde
Seni hatırlasam
Hatırladıkça hatıralara, hatıralarla dolsam
Gençliğe selam versem
Sana hasret çeksem
Bir nefeste bi alemi yutsam
Kırışan dudaklarımdan sana ithaf edeceğim
Bir şarkı nağmelerce dökülse
Dalgalar sussa
Demire konsa kuşlar
Ağaran taze saçlarıma meltemim vursa
Vursa da beni dalga dalga
Dalgalandırsa
Gelse de yanıma
Şöyle bir durulsam huzurla
Yüzümde bir gülümseme
Aşk olsa yaşamak adına bakışlarınla
Ve sen
Sen...

Yeşilim

Yırt kefeni
Al iki nefes
Ölmeye geldik dünyaya
Al iki nefes de
Kadehleri doldurduk,
Ama önce ne dersin
Yaksak mı birer sigara,
Acelen ne,
Selamımı söyle Azrail'e
Uğrarım bir ara, tamam,
İşim var şimdi,
Kavun mevsimi de gelmedi zaten,
Birini sevdim dostum,
Bir kızı çok sevdim,
Kapkara saçları vardı,
Yemyeşil, bahar gibi güzel,
Gözleri vardı,
Elleri pamuk beyaz,
Bir de o yeşil yeşil bakışı yok mu?
Kefeni yırttırır adama
Azrail'e söyle gelirsem oraya...
Ulan sen de bari
Böyle güzele,
Böyle tam da sevmişken
Ölüm yar olur mu?
Yırttın kefeni, boşuna be dostum,
Bırakamam ben yeşilimi,
Cehenneme bir bakıp, çıkayım
Cennette mi arasam önce,
Çıkışları kim tutar dostum
Kim bilir yeşilim nerede
Kim bilir, dostum.

Yapma

Seni görür alev olurum
Seni görür
Yanar tutuşurum
Bir kelam çıkmaz elimden
Mürekkebi akmaz kalemimde
Kanım damarımda donar
Sesin aklımda çınlar
Bir rüya görürüm
Bir sen
Bir ben

Yak Artık Işıkları

Gece çok soğuk,
Çek yorganı üstüme,
Tenin çok soğuk,
Dokunma artık,
Eskisi gibi değilsin,
Yaklaşma,
Bakma gözlerime,
Işık yok artık,
Seviyorum deme,
İnanmam artık.
Oyun bitti,
Yak artık ışıkları,
Git ben uyurken,
Dur, derim,
Şimdi gidersen.

Yağ Biraz

Bir damla yağmur
Yağ artık
Hava çok kuru
Çok yalnızım
Biraz ıslat beni
Çok susadım
Yağ biraz, ne olur?

Vefasızsa

Bir akşam ki çöken
Tozu dumana katıyor
İçim sızlıyor
İçim acıyor, dur durak bilmiyor
Sen içime batıyorsun güzel gözlüm
Kalbinden çık artık
İstemiyorum
Deli diyorlar, aklını yitirdi diyorlar
Seni sevdiğim güne...
Nasıl sever bir insan böylesine
Nasıl gider bir insan böylesine
Sevilirken
Dur tahmin edeyim
Vefasızsa

Üç Beş Satır

Bir savaş başlıyor,
Haykırışlar mı alevler mi
Ne bu sesler
Ne bu gölgeler
Ne bu...

Şıp Şıp Şıp

Ne bu karanlık böyle
Yaksana ışıkları,
Bu uğultular da ne,
Şıp şıp şıp
Kan sesi mi su sesi mi
Neredeyim ben,
Açma gözlerini diyorsun,
Yakma ışıkları,
Buna hayat diyorlarmış
Açarsan gözlerini
Bİter imiş fani hayat

Unut Beni Şimdi

Unut beni şimdi
Sakın dönme geriye
Arkanı dön ve git
Sevilmedin say
Hatta benden nefret et

Şimdi Boşlukta Yuvarlanmak Var

Şimdi boşlukta yuvarlanmak var
Bir merdiven bulmak var
Aşağıymış
Yukarıymış
Umursamadan yola koyulmak
Uzaklaşmak var
Sensizliğe kaçmak var

Söyle Neden

Bir aşk kırıntısı düşüyor dudaklarımdan
Seni seviyorum
Diye söylemesen olmaz sanki
Arkadanı dönüp
Defolup gitsen
Bir daha da dönmesen olmaz sanki
O güzel saçlarını bağlasan da
Rüzgarda yüzüme vurmasalar
Seni bana bağlamasalar olmaz sanki
Kendini bu kadar sevdirmesen olmaz sanki
Güzel kız,
Neden?
Hadi eğme başını
Kaçırma gözlerini benden
Söyle neden?

Sorma

Şimdi anahtarı deliğine bıraktım
Odamdayım
Beş dakika evvel geceyle başbaşa
Elimde bir şişe bira
Gök ikiye ayrılmış
Senle ben,
Siyahla kırmızı
Kırmızı şehvetle parlıyor,
Siyah desem ne kömür ne zifir,
Çok derin, çok koyu...
Şimdi odamdayım kafamda sen
Şimdi sensizim
Yüzümde parçalı bulutlar
Bir yandan unutulmayanlar
Bir yandan inkar edesim gelen
Ayrılığın anısı
Garip bir hal bu
Anlatamıyorum
Canım kahve istiyor
Ayılmak için değil
Uyumamak için
Rüyalarda gelirsen sana karşı
Koyamam,
gelme diyemem
Uyumamam gerek

Son Damlaya Dek Çal

Sigaramın dumanına yağmur karıştı bu sabah
Aklımda hayaline, karamsarlık karıştı
Şimdi kolum boş, yanım boş
Yağmurla bir de rüzgar başladı
Daha bir yalnızım,
Şimdi bir kadehe, bir de bir gecelik sese
İhtiyacım var sana olduğu kadar
Bir kitabın sayfalarına gömülüyorum
İki soru çüzüyorum
Bir yazı yazıyorum
Hayal kurmak istiyorum, sen yanımda ol istiyorum
Yoksun, belki varlığın da yalandı
Uyku vurmuyor ki gözlerime
Gülesim geliyor ya
Olmuyor zoraki gülümseyen suratıma
İki damla yaş vuruyor, tuzlusundan
Silemiyorum
Sevginin bendeki anısını silemiyorum
İki ayrı tende yol bulan iki damla
Ah be canım, ne özlüyorum hava soğukken seni
Üşürdün de sarılırdım,
Gözlerine bakar kalırdım
Konuştun mu masallara dalardım
Çocukluğa dönerdim
Her anında huzur vardı, ayrıldık da nerden çıktı
Böyle ayrılık da olmaz ki
Olmaz yahu
Bir damla rakı kalmış kadehte
Sol gözümde akamamış bir damla yaş
Söylemeye dilimin varmadığı o şarkı
Dudaklarımın titreyişi
Çal be usta, benden söylememi isteme
Çal şu şarkıyı,
Ama öyle değil hissederek
Bir kez de değil
Sabaha dek, son damla düşene dek...

Serdiğim Bir Hayat Baştan Sona

Serdiğim bir hayat baştan sona
Sende ne var, acı verdiklerin
Usandırdıkların
Bıkkınlıkların
Sıkıntıların,
Yeter artık, sana verecek
Bir saniyem bile yok
Git de
Değersizliğini anlatsınlar sana

Seni Sevdiğim Güne Lanet

Gurur mu duyuyorsun
İşte beni yapayalnız bıraktın
Çok mu rahatladın
Havandan da geçilmez
İşte terkettin
Gözümde de bittin
Çok mu iyi yaptın
Evet, iyi yaptın
Ne kadar erken bitse
O kadar iyiymiş
O kadar...
Sen değmezmişsin
Sen yalanmışsın
Sevgime yazık
Kan torbası
Duygular mezarı
Yalanlar diyarı
Ve her neyse
Sen maskeler takmışsın
Biri düştü
O anda sen de gözümden düştün
Seni sevdiğim güne lanet olsun!
Değmezsin!

Senden Soyunamıyorum

Bir köpek gibiyim
Üzgün, yorgun ve çaresiz
Yollar çok uzun
Hep siluetin ufukta
Hep bir serap gözümde
Çık git artık
Bıktım senden
Senden ve sevginden
Çık git kalbinden
Ne varsa yakasım geliyor
Senden bende kalan
Tenimi ateşe atasım geliyor
Kokun üzerimden gitmiyor
Gözlerimle bakasım gelmiyor
Gözlerim seni görüyor boşluklarda
Uyuyasım gelmiyor
Sen varsın hem rüyalarda
Hem kabuslarda
Varsın işte, her şeyimsin
Senden sıyrılamıyorum
Bir bıçak olsa da
Senli neyim varsa kesip atsam
Ruhumdan seni kazısam
Senden soyunamıyorum
Güzel kız, hep aklımdasın
Şimdi uyuyorsun belki de
Rüyalar görüyorsun
Ben sana çok uzağım
Senle dolup taşarken
Sana haddinden çok uzak
Çok uzaklardayım

Sen Siyahlaşıyorsun

Ellerin bensiz kalsın sevgilim
Sen bensiz bakalım nasıl sen olacaksın
Her şeyim dedin ya
Şimdi hiç misin
Boşluklarda mısın
Nasıl olur da
İnsan bu kadar yalanlara batar
Anlayamıyorum
Kelimeler kifayetsizleşiyor
Sen siyahlaşıyorsun

Sarı Mı Siyah Mı

Rengi sarı mı siyah mı,
Bir saç teli gördüm yastığımda,
Hangi geceden hatıra bilmem,
Bu gece mi, öncesinden mi,
Nefesimde alkol, aklımda sen,
Senin saçın olsa,
Kutsal emanet der saklardım bir ömür,
Şimdi atarım yere, kaybolsun diye
Gözümün önünden,
Atarım gitsin be
Gitsin, yerine niceleri gelecek,
Bana yer açsın
Sarı mı desem siyah mı
Bir akşam vakti,
Bir söğüdün altı,
Bir sokak lambası yanıbaşımızda
Ve sana elveda!

Sana Şimdi

Uzanıp durmuşsun bir kanepede
Bir elin koltuğunu sermiş gözlerime
Arkadan saçlarını okşamakta
Diğeri kadehi tutuyor, efkar vurmuş damarlarına dek
Bir elinde hayat dalgalansın
Diğer ah etsin gidenlerin ardından
Bir şahesersin, gözlerimden akan yaşlar gibi,
Çilelere boğulmaktasın, deliye benzetilesisin
Ah ne desem boş sana
Güzelliğin sarhoşluk ruhta
Sürünsün diyorum
Bırak diyorum
Sana bakmaya doyamıyorum
Bir yudum daha alıyorum,
Kalemimle dansa devam kağıtlarda
Sen varken aklımda
Ne yazsam sana şimdi
İçimde alevin kor, içimde yakıyorsun
Çok derinlere süzülesi
Erittiklerinde donuyorum
Sende bitip
Yollara vuruyorum, dönme arkanı sakın
Gidesim var, bakarsan kalırım, seninim
Ne olur, bırak kalbimi, ruhumu...
Seni çok seviyorum lanet olası...

Sabaha Kadar Sevesim Var Seni

Ellerimde bir alevsin
İçimde duman
Ahlarımda amansız
Ah ve ah
Tenimde yangınım
Kadınım
Tenimde huzur
Biraz ürperme
Üstünden geçsin zaman
Bekle
Işıklar açılmadan
Perdeden güneş vurmadan
Sokul kollarıma sormadan
Sorgusuz sualsiz
Seviş benimle
Durulmadan
Zaman yok
Hızla ölüyoruz
Ne koparsak kar zamandan
Ter bastı tenimi
İçimde alev alevsin
Yangınıma rüzgar ol
Meltem ol da es
Uslanmam senden
Yaramazlık var içimde
Bilirsin güzelim
Her saçında başlar biterim
Duman duman sarasım gelir
Bir kadehte yaşayasım gelir
Gözlerimde uyku belirir
Gece kısa
Sevmek gerek
Sevişmek gerek
Yarın olmasa ya
Islak ıslak yan yana kalsak
Yarın olmasa ya
Bende aşk var ya
Ah güzelim ah
Bir nağme deryası bendeki
Sana akmakta
Oluk oluk, durmaz, asla
Yangınım, yazın esen kutup rüzgarım
Gayri ihtiyari sevişlerim
Seslenişlerim
Haykırışlarım
Kadife tenine hayranım
Işıkla dolan gözlerine hayranım
Karanlık olsun istiyor gece gündüz
Hep görmek için gözlerini böylesine
Sokul hırçın güzelim
At yorgan yastık ne varsa
Bizde de kaldıysa
Son kez benim ol
Sonra göğsümde uyu
Uyku girmez bu gece gözüme
Sabaha kadar sevesim var seni

Ruhun Duymaz

Karanlığı çok seviyorum ışıkları açabildiğimde
Seni çok seviyorum defol diyebildiğimde
Hayatı çok seviyorum intihar edebildiğimde
Ölümü çok seviyorum geri dönebildiğimde

Ölümler Ve Sen

Ayaklarıma hayal kırıklarım batıyor
Kalbim buzlandı
Parçanıyor sarkıtlarım seni görüşümle
Düşüyor aklıma
Param parça ediyor beni
Düşüncelerim anılarımı boğazlıyor
Aklımda binlerce görüntü
Bir savaş var
Seni seven ve senden nefret eden ben
Ölümler geliyor, hayatlar geliyor
Sen gelmiyorsun
Bu kavgalar senin uğruna
Yitişim senin uğruna
Isınmayan kalbimden düşen sarkıtlarım
Parçalanan kalbim
Damarlarımda donan kanım
Havayla dolup çatlayan ciğerlerim,
Senin uğruna yok olmaktayım

Ol Aşina Gölgelere

Unutamazsın güzellik var sonunda
Gül dalından güzel
Sen kolumda,
Şimdi bakamıyorum gözlerine,
Bakarsam yakacağım güzel ne varsa
Anılarda,
Sabret diyorum sen her geldiğinde
İçimden binlerce kez
Bunun da sonu var,
Bakacağım ve değersizliğinle
Baş başa bırakacağım
Hiçtin, seni var ettim,
Yok edeceğim,
Hiçliğe gömül,
Gözlerime değil gölgelere
Ol aşina
Ol sadece benden uzaklarda,
Artık hatırlamak istemiyorum seni
Sana harcanmış hallerimi

Mürekkebe Özürdür

Özledim be mürekkebim
Çok özledim
Dertsiz, tasasız, kaygısız
Çocukluğu çok özledim
Şikayetim yok ama
Ben yine hep çocuk kalsam
Şikayetim yok ama
Ben hep çocuk kalabilsem
Sevmek bir çocuk gözlerinden
Masumane
Sevmek şimdi acı veriyor
Kalp desem parça parça
Sen desem
Mürekkep sana da yazık
Sürdüm seni yerden yere
Ne oldu
Yine o
Yine o
Değişen bir şey yok ki
Sevda bu

Meltem

Meltem
Kalbime esen soğuk bahar rüzgarı
Yaza soğuğu
Kışa sıcağı getirenim
Üç noktayla biten mısram
Dünümde arzulanan yar
Bugünümde kalbimde heyecan
Yarınım

Mavi

Duvar mavi
Gök mavi
Deniz mavi
Gözlerin mavi
Bıktım bu mavilikten,
Ölüm de olmasın mavi?

Maskesi Düşer, Gider

Git artık, daha fazla
Kalma yanımda, Gözlerin çok yalancı
Ellerin ürperti tenimde
Suratında binlerce maske
Git seni sevecek bir saf bul,
Ben erken ayıldım,
Sarhoşluğum sanma ruhuna,
Bedenine, gibisin sokaklardaki et yığınları,
Bulurum her ana bir tane,
Zaman çalma,
Değersizsin,
Neyin varsa al ve git,
Düşen maskelerini de al,
İşine yarar,
Şimdi defol git,
Konuşma, sakın, git diyorsam,
Git!

Lale

Bir damla yeşildin,
Bilmesem saklar mıydım saksıda,
Bir damla yeşildin,
Şimdi süzüldün,
Tacını taktın, bembeyaz,
Alevlenmiş dibinden,
Yanıyorsun sen de,
Sen de bendensin,
Söyle güzelim, seni yakan kim?
Ah, bir de dilin olsa,
Konuşabilsen,
Ayıp bir yudum al bari kadehinden,
O da beyaz da yakıyor derinden,
Bükmüşsün boynunu,
Aynaya bakar gibi,
Böyle havalarda bir yazasım geliyor
Bir de içesim,
İçtikçe de sen geliyorsun aklıma,
"Bu güzel havalar beni mahvetti... "

Pazar, Mayıs 04, 2008

Kum

Bir benmişim
Aşk bir kum tanesi
Ben bir kumul sanmışım,
Tepelerin ardında
Hep seni aramışım,
Hep rüzgar esmiş,
Hep ben seni aramışım
Hep yeni tepeler yapmış
Kum kendine rüzgardan,
Tepelerden tepeye,
Hep seni aramışım
Bir ömür geçmiş,
Ellerimde kum,
Ayaklarımda kum,
Kum...

Korkma Sen

Küçük ellerin okşamalı saçlarımı
Ben sana muhtacım
Anlatamıyorum
Bir gemi olsam mavilerde
Gözlerinde
Bir rüzgar olsam,
Hep senle coşsam,
Yağmur olsam senden kopup sana koşsam
Senle bir olsam
Ölümü de yaşamı da senden tatsam
Sensiz yapamıyorum
Kaçışların benle son bulsun
Labirentin olmalıyım,
Kaçtıkça kollarıma çıkmalısın
Korkma,
Sevgim seni korkutmamalı
Siyah saçların savruldukça rüzgarda
Korkma...

Korkma

Korkma küçük kız gel
Zaten öleceksin
Biliyorsun, batmışsın
Gel, korkma,
Kurtaracak kimsen yok
Ellerinde çiviler,
Ayaklarında bağlar,
Bedeninde yaralar
Küçük kız nereye giderbilirsin
Nereye kadar,
Gel buraya,
Sana kurtuluşunu vaad ediyorum
Seni bu hale getiren benim
Bari kurtaran ben olayım,
Gel,
Korkma sadece öleceksin!

Kim Üzdü Seni

Şöyle bir otur hele
Kaç ay oldu görmeyeli
Yüzün mü sararmış
Kim üzdü seni böyle
Ah ne yaptın bunca haftalar bensiz
Sensizliğe alışıyor da insan
Gelişin bu denli içimi burkmasa
Kaç zaman oldu söyle
Neden ağlıyorsun
Neden?

Karesinde Fotoğrafın

Karesinde Fotoğrafın
Mutlu bir yüz var,
Benmişim sözde,
Yalan!
O, bensem aynadaki kim,
Yanaklarıma vuran gözyaşlarını,
Dudağımdaki tuzu,
Dudaklarımdaki titreyişi,
İçimdeki haykırışı...
Bunlar kimin?
Yok, o ben değilim,
Benziyor ama,
Başkası olacak,
Aynadakine baksana bir,
Bana baksan bir...

Cumartesi, Mayıs 03, 2008

Kalbine Doğru

Yeşil gözlerinde bir yolculuk bu
Kalbine dek ilerliyorum
Zorluklar üst üste
Damarlarında süzülüyorum
Aklında, fikrindeyim
Güzel ellerine dokunuyorum
Nefesin oluyorum
Acın, mutluluğun oluyorum
Sonra damarlarına dönüp
Kalbine doluyorum
Hasretle ayrılıp
Yola yeniden başlıyorum
Hep artan bir heyecan
Uyku vurmaz gözlerime
Ne sevgi anlatamam
Aşk desem
Sığdıramıyorum üç harfe
Binlercesi yoluna dökülsün

Kalbimse Her Atışı

Ellerini sakla gözlerinde
Bakma o gözlerle
İnanmıyorum sana güzel
İnanamıyorum
Ne sevilesiydin
Nasıl kendine bunları yaptın
Nasıl
Seni nasıl da sevdim imansız
Bu bana yapılır mıydı
Gözümse içi
Kalbimse her atışı
Sense...
Arkana bile bakmadan...

Kalbimde Sen Çok Geldin

Bugün bir güneş doğsun
Korkmadan
Sakınmadan bakayım
Kör olmak korkutmasın
İçinde sen gülümse
Son seni görmüş olayım
Kafamda düşünceler
Binlerce vızıltı ardınca birbirinin
Sızılar haddini aştı bu gece
Bir bıçak var şimdi elimde
Parlayışında hiddetle parlayan
Gözüm
İçinde isyanlarım
İsyanım sende
Biliyorsun
Artık çok geç biliyorum
Kanım damarıma sıkışıyor
İçimde sen
Çok geldin kalbime
Al git onu da
Bu kalp bana fazla bu ömürde

Kalbimde Sen Çok Geldin

Bugün bir güneş doğsun
Korkmadan
Sakınmadan bakayım
Kör olmak korkutmasın
İçinde sen gülümse
Son seni görmüş olayım
Kafamda düşünceler
Binlerce vızıltı ardınca birbirinin
Sızılar haddini aştı bu gece
Bir bıçak var şimdi elimde
Parlayışında hiddetle parlayan
Gözüm
İçinde isyanlarım
İsyanım sende
Biliyorsun
Artık çok geç biliyorum
Kanım damarıma sıkışıyor
İçimde sen
Çok geldin kalbime
Al git onu da
Bu kalp bana fazla bu ömürde

Kaderin En İnsafsızı

Daha bu genç yaşımızda
Benzetildik deliye divaneye
Ah Allah'ım çok yorgunum
Sorma ne derdim diye
O kıza sor
Beni bu hale sokana sor
Derdim büyük be dostum
Nereye gidiyorum, bilmiyorum
Çok, çok uzaklarda
Ulaşılmaz bir kuytu köşe olsun
Aklar düşen saçım ellerimin arasında
Hatıralar bir bir aklımda
Ne desem boş
Ne yapsam boş
Bu genç yaşta
Derbederim gidiyorum
Mutluluk dene şey benden uzak
Gülmek desen
Unutulmuş
Allah'ım senden onu diledim
Günler geceler boyunca
Yeter artık
Makul olmak lazım
Senden ölüm diliyorum
Ötesi var mı?

İğreniyorum

Öldürüyor mu hatıralar
Anılara mı boğuldum
Elini ver
Çıkar beni kendimden
Düşüncelerime battın
Baktıkça gözlerine
Baktıkça
Hayata battım
Şimdi zor nefes alıyorum
Sana bakmaya...
İğreniyorum

Cuma, Mayıs 02, 2008

Hayallerim Batmakta

Seni ilk gördüğüm günü unutamam
Durup bakışını
Ellerini, gülüşünü
Unutamam, güzel gözlüm
Unutamam
Senden ayrı olunca zaman
Sanki durdu
Saatlere bakıyorum
Sonra aynalara
Sonra önümdeki mısralara...
Zaman dursun
İçinde sen ve ben...
Hayalden ibaret
Hayatsa hayalleri çeken bataklık
Elveda güzel gözlüm
Bütün hayallerim
Ruhuma batmakta...

Halim Ne Bilmiyorum

Halim ne bilmiyorum
Bir ağacın dalında hayal
Kuşun ötüşünde uyku
Sende bahar…

Hakkımız Yok Mu Sevmeye

Odam kağıt seli
Yakasım var hepsi
Her satırda sen
Her satırda sen
Senden ve hayalinden
Bıktım artık
Gelme aklıma
Çalma aklımın kapılarını
Uğrama düşüncelerime
Düşünme beni bir an bile
Kulaklarım çınlamasın
Bakma asla bana eskisi gibi
Seviyorum deme
Arkadaşım sakın deme
Şimdi tanımıyormuş gibi
Arkanı dön ve git
Böylesi en olası

Git

Hava çok sıcak
Titriyorum
Çok yorgunum
Koşasım var
Seni çok seviyorum
Görmeyeyim seni
Git

Gecelerde Yaşasam

Bir vampir olsam
Kanınla dolsam
Yeni bir sabah olmasa
Gecelerde yaşasam
Gönlüm her gece biraz boşalsa
Her gece bir kalbi durdursam
Aşk gibi
Sen gibi
Kanla dolsam her gecenin bitişiyle
Bataklarda, çürümüşlüklerde
Bedenim soluklaşsa
Ruhum kararsa
Gözlerim derinleşse
Sen hep aklımda olsan,
Sana benzeyen her gözü,
Her atan kalbi,
Bir gecede söndürsem
Gecelerimde uykuyu paramparça eden sen
Bir ömrü gecelerde geçirsem
Gün uykularıma ortak olsan
Hep aklımda sen olsan
Cansızlığıma can veren her damla kan
Bana seni hatırlatsa
Ellerimden akan kanını hatırlatsa.

Farklının Bir Gecenin Sabahı

Arasam seni gezdiğimiz tüm sokaklarda
girer misin o karanlık çıkmazlarımıza
Yüreğin acımaz mı başkalarında
Sözler gelmez mi aklına
Elinin altında çarpan kalbim...
Dudaklarına hasret susuzluğum,
Kapını eskitişlerim,
Bir duvarlara bakıyorum
Bir de vesikalık fotoğrafına
Duvarlar yemyeşil bugün
Kapılar simsiyah,
Martılar suskun, ötemiyorlar,
Dallar kıpırtısız,
Sen yoksun ya yanımda
Korkuyorlar yaşamaya,
Yakasım geliyor kuru dalları
Vurasım geliyor yalancı martıları
Bir yeşil duvar çıkıyor önüme
Vurasım geliyor başımı defalarca
Aklımda atamıyorum ya seni
Aklımı atasım geliyor
Kelimelere sığmıyorsun
İçimde öyle büyüdün ki
Sensiz yitiyorum
Sensizlik çok zor be güzelim,
Elim göğsünde atmadıkça,
Dudaklarım bir kızıl gonca olmadıkça
Siyahlığında
Neye yarar alınan alelade nefesler
Gidişler var
Dönüşler karanlık, muğlak, sisli..
Yollar var, uzanıyor önümde
Sen varsın,
Uzansan keşke öylece kollarıma,
Olduk ayrı artık
Genç ömrüme girdin her renkte,
Bağladık sonu siyahla nihayette
Ağlasam duyar mısın
Gülsem güler misin
Baksam gözlerine, ışıldar mısın?

Es Be Rüzgar

Esmedikçe sen
Kesesim geliyor saçları
Es be rüzgar bu gece
Kafam çok karışık
Saçlar bile ağır geliyor
Ayrılık vurdu aklıma,
Kafamda yar,
Gözümde anılar,
Es be rüzgar,
Esmedikçe sen
Ağlayasım geliyor.

Ellerin Şimdi

Soyunasım var gerçeklerden
Hayata bir küsesim var anlayamazsın
Al nefes, ver nefes
Nereye gider bunca harcanmış heves
Vaveyla!
Haykırasım gelir, tutamam,
Ellerini tutasım gelir
Gözlerine bakasım gelir
Sevesim gelir
Tutunamam görünmez dayanaklarıma
Sana yuvarlanırım paldır küldür
Esintim, rüzgarım, meltemim
Genç ömrümün son durağı
Yaşanılası aşkın ilkbaharı
Aç kapıları sonuna dek, ben geldim!

Dünümü Bırak Bana

Odanın tavanında bir nokta seçtin mi hiç
O noktada geceye başlayıp
Sabahı getirdin mi hiç
Biten sigaranın elini yaktığı oldu mu hiç
Şişelerin dibinde hayal kırıkları aradığın oldu mu hiç
Bir şiir kitabında
Her mısraya senden hatıra
Döküyorum deyip
Gözyaşlarınla boğdun mu hiç sayfaları
Her şeyi bırak da onca dedin
Beni sevdin mi hiç
Dur konuşma
O bakışları bilirim ben
Arkanı dön de git ne olur
Bari bunu bana çok görme
Ne yaparsan yap da güzeliklerimizi yakma
Bugünü yak
Yarını bertaraf et
Sözüm yok sana da
Bari dünümü bırak bana

Doyamıyorum

Daha bu genç yaşımızda
Bu hüzünler fazla değil mi
Daha bu genç yaşımızda bu kalp
Bu ruha fazla değil
Sen, mutluluğu baharatı olan
Acı bir yemek gibisin
Ben de mazoşistçe senden tatmaya
Doyamıyorum

Desem

Genç ömrümün baharı
Gülen yüzümün hüznü
Ağlayan gözümün neşesi
Ölüme hasret
Hayata derinden hayret
Senle bir an
Sürprizler panayırından
Senle bir hayat
Bir hayalperestin hayallerinden
Hayat bataklığından
Elveda desem,
Dinliyor musun?

Dayanamıyorum

Korkma, güzeller güzeli, sana kıyamam
Sen ilk sevdiğim
Seni nasıl unuturum
Yıllarca aşkı bekleyen kalbim
Sana vurmuşken bir dalga misali
Yalnızlığa aşinalık silinmişken seninle
Ve yaşanmışken mutluluk seninle
Ben seni nasıl unuturum
Senden sonra sarıldığım kollar yalandı
Seviyorum diyen diller çatallı
İnan bana seni seviyorum
Korkma, benden sana zarar gelmez
Uyku girmiyor gözlerime
Uyku da yalan sevenler de
Bir sen varsın kalbimi okşayan
Bir tokat vuruyor sevda kalbime
Yine bir aldanış
Yine kör kelamlar
Yine boş sokaklar
Yine dört yanım kara duvarlar
Yine mısralar
Ve her harfle yine sen çınlıyorsun
Kulaklarımda
Yine sen yine sen
Dayanamıyorum

Çok Sessizsin

Ah be İstanbul'um,
Çok sessizsin,
Her sokağını gölgeler tutmuş,
Tutunasım gelmiyor duvarlarına,
Islak ve pissin,
İğreniyorum bu gece senden,
Hep karanlık, hep karanlık,
Üzgünüm zaten,
Uyku desen yok,
Kadeh boş,
İzmarit desen küllükten taşıyor
Şimdi bari güzelleş,
Şimdi bari,
Ah be İstanbul'um
Bu gece bir güzel olsan,
Ayrılmak zor be dostum,
Severken ayrılmak zor,
Şimdi her şey; pis ve ıslak.

Çocukken

Ağlamak ne kolaydı
Sen gidiyorsun ya
Gözlerimin ucuna birikiyor
Binlerce yaş,
Bir damla bırakmam,
Bırakmam,
Ağlarsam gidersin,
Anılarınla,
Akar gidersin,
İçimde saklıyorum seni
Aksın içime yaşlar,
Göz kapaklarım ıslak,
Dudaklarım titrek,
Son kez döndün,
Sonra gittin.

Çıkma Sakın Karşıma

Bir yağmur damlasına binesim geliyor
Gökten yere hızla süzülesim,
Bir ateşe karışasım geliyor,
İliklerime dek yanasım
Kül olasım geliyor, rüzgara aşina,
İki satır olasım var, fazlasında değilim,
Ama bilsen o iki satırda neler yazarım,
Ah bir bilsen,
Gözlerimi kapatasım,
Bir daha açmamacasına, geliyor,
Gözlerini göresim var,
Yoruldum sensizlikten,
Pes etmek var ya, ona dayanamıyorum,
Severken olunca,
Sevildiğine de inanasın olmuyor,
Kalmıyor, haksız mıyım
Kalmaz, sende iz kalmaz benden,
Sevmediğinden iz mi kalırmış,
Beyazlara bürünmüş küçük şeytan,
Şu maskeni kaldırışınla yıkıldım,
Taştan kalp, zehirli dil,
Bunlar hep oradalar mıydı,
Gözümden mi kaçmış,
Bakamamış mıyım sana bir kez bile,
Ağlasam da boş
Ağlasan da,
Sen sandıklarımı yakansın,
Sanmalara küstürensin,
Çıkma karşıma, dayanamam bakarım,
Gözlerine, bakarsam dayanamaz,
Ağlarsın, masken düşer, utanırsın
Çıkma sakın karşıma
Çıkma sakın karşıma bir daha...

Bu Gece Seni Sevesim Var

Bu gece seni sevesim var
Sabahlara dek öpsem, koklasam
Bu gece benle olsan
Ah bu gece gel geleceksen
Çaldır telefonumdan kapıyı açayım
Ses olmasın
Kimseler görmesin
Beyazlara gir de gel

Bu Gece De

Sevgin bu gece de bana yeter
Dur, konuşma,
Konuşacak halde değilim,
Sarıl sadece,
Sıcaklığın bana yeter,
Toplama saçlarını,
Bırak dağınık kalsın,
Tenime vurdukça tellerin,
İçime işler,
Uyu artık, yeter,
Uyurken seni izlemek daha güzel,
Bırak bu gece de senle geçsin,
Sevgin bana yeter.

Bir Sayfada Bitelim

Seni yazmak istedim,
Elim titredi,
Onlarca kağıt buruşup
Attı kendini yerlere
Seni göreyim istedim,
Sesini duyayım istedim,
İstedim,
İmkansızdı, ama istedim,
Aşkı bir kağıda sığdırmak istedim,
Anıları yazmak istedim,
Gecemde uykusuz
Sensiz kalmaktan korktum,
Pencereye ilişti gözlerim
Camda aksime,
Yaşlı gözlerime,
Sana baktım,
Birkaç satır yazdım,
Sonra ne varsa
Yırtıp attım.

Bir Kitap Daha Aldım Bugün

Satırlara bir kez daha dem vurdum bugün
Gece uykusuz geçerken,
Gözlerimi kanlanmaya bıraktım,
Aktı sayfalar birbiri ardınca,
Saatler geçmek bilmiyor,
Zaman durmaya dem vurdu,
Saatime bakmaya korkuyorum,
Zaman durdu belki,
Belki geceye hapsetti beni
Bir kitap daha bitti bu gece,
Bir ben daha bitti bu gece,
Geç anladım,
Çok geç anladım,
Unutamadım,
Seni bu gece de unutamadım,
Sabaha karşı sana bir mektup daha yazdım,
Gün doğarken,
Onu da yaktım.

Bir kağıtsın sen

Bir Kağıtsın Sen

Konuşamazsın,
Dilin yok,
Göremezsin,
Gözün yok,
Kabulleneceksin,
İtiraza hakkın yok,
Sen bir kağıt parçasısın,
Yazılacaksın,
Boyun eğ,
Başka çaren yok,
Gün gelecek buruşacaksın,
Gün gelecek yanacaksın,
Gün gelecek,
Bir gülün yanında hatıralara
Karışacaksın,
Vurursa kalemim suratına,
Ağlama,
Ben onun ardından
Ağladım,
Ayrılığa sen de ağlama.

Bir de beni sevebilsen

Bir de beni sevebilsen
Bakabilsen içine gözlerimin
Sevgiyle
Aşkla…

Bir...

Bir renk seç benim için
Her görüşüm seni görüşüm olsun
Bir yıldız seç
Hiç kaymasın
Seni bana beni sana bağlasın
Bir ağaç seç
Hiç kurumasın
Altında uzanıp seni düşüneyim
Bir kitap seç
Okumaktan bıkmamayayım
Defalarca da okusam
Hep sevilen kız sen ol
Seven de ben
Bir...

Bildiğin Gibi

Küller var şimdi
Rüzgar yok şimdi
Küllere gömüldüm
Nefes alacak dahi halim yok
Versem içimdeki nefesi
Hem dağıtacağım küllerimi
Hem de öleceğim
Açıkta kalmış bedenimi terk edeceğim
Ruhen kaçacağım
Yeter, bıktım artık

Benzetildik Bir Deliye

Sebil,çeşme gibi gözyaşları süzülüyor
Saçlar vurmuş beyaza
Genç yaşta, acılar taç başta
Bu genç yaşta
Bu aşk da neymiş
Vurgun yemişe dönüyor
Hüzünlere dalıyorum
Olur mu bu
Reva mı bu
Gençlik mutluluk zannederdim
Gençlik;
Seni çatal dile kurban verdik
Nerelerde arasam mutluluğu
Şimdi açılan kollar korkutuyor
Gülen yüzler çürüyor
Et kemikten kopup dökülüyor
Kalp atamıyor kanı içine saklıyor
Çürüyor, kokuyor
Kokan da çürüyen de kan değil
Et değil,
Sensin...

Bende Zaman

Ben yıkımlar şairiyim
Geceleri severim
Terk edilişleri yazarım
Yitişleri
Hayal kırıklarını yazarım
Ve sonları severim
Ne karanlıksa o denli güzel
Gerçek
Ben yıkımların şairiyim
Solgun tepelerden batan güneşin
Ardından başlar zamanım
Ay yarenlik yapar canı çekerse
Yolumu kaybedersem
Orion'um var
Kemerinde hayatın anlamı
Gecede anlamsızlığı
Bulanıklığı var
Ben anlaşılmazlıklarıyla sevdim
Ve yıkımlara tutuldum
Gerçekleriyle
Sana aşkım desem
Bir yıkımdan ibaretti
Kasıp kavurdu ruhlarımızı
Üzülme
İki satır kelam oldun nihayetinde

Ben Yıkımlar Şairiyim

Ben yıkımlar şairiyim
Geceleri severim
Terk edilişleri yazarım
Yitişleri
Hayal kırıklarını yazarım
Ve sonları severim
Ne karanlıksa o denli güzel
Gerçek
Ben yıkımların şairiyim
Solgun tepelerden batan güneşin
Ardından başlar zamanım
Ay yarenlik yapar canı çekerse
Yolumu kaybedersem
Orion'um var
Kemerinde hayatın anlamı
Gecede anlamsızlığı
Bulanıklığı var
Ben anlaşılmazlıklarıyla sevdim
Ve yıkımlara tutuldum
Gerçekleriyle
Sana aşkım desem
Bir yıkımdan ibaretti
Kasıp kavurdu ruhlarımızı
Üzülme
İki satır kelam oldun nihayetinde

Ben Desem

Uzaklarda
Çok uzaklarda
Bir krallık var
Olmalı çünkü hayallerimde de var
Çok uzaklarda
Orada sen yoksun güzel kız
Senin gibi güzeller var ama
Onlar kalp kırmıyorlarmış
Onlar sevebiliyorlarmış
Onlar seven gözlerin değerini
Seven dudakların tadını
Biliyorlarmış
Onlar beni çağırıyorlarmış
Bilinmeyen bir uzaktan
Çağırıyorlarmış
Sonra orada gözyaşı olmazmış
Orada insanlar ağlamazlarmış
Orada ben olsam da
Sana yer yokmuş
Tüylerim diken diken
Senden nasıl koparım
Ah be zalimim
Ben seni ne diye bu kadar
Çok seviyorum
Genç yaşımda yalnız divane
Şimdi bilinmez yollarda virane
Vaveyla!
Haykırışlarım pencerenden ötede
Martıların kanatlarında
Senden öte
Kulaklarından öte
Kalbinde yankılansın
Duymasan da için ürpersin
Durup dururken gözlerin yaşarsın
Yastıklara vur kafanı
Sonra fırlat at onları
Birine aşık ol
Karşılık da alama
Benden beter değil
Benim kadar da değil belki ama
Küçük aşık ve çaresiz ol
Şimdi sevsem de gidiyorum
Sesim kulaklarında değil
Kalbinde çınlasın
Ağaran her saçımda
Bir hatıran var
He gözyaşımda sevgiyle bakan
Gözlerin var
Seni nasıl unuturum
Sevgin yapışıkken kalbime
Çıkmıyor
Zorlarsam
Kalpsizin teki olurum sonunda
Şimdi Tanrı'dan ölümü diler olduk
Diyor şair,
Ne de güzel demiş
Onun gibi dert çekmeye gidiyorum
Bu akşam çok uzun geçecek gibi
Sen varsın aklımda yine
İçimde sızın
Kader desen insafsız
Sen desem vefasız
Ben desem...

Bekleyişlerdeyim

İster yalanlarla gel
İster olduğun gibi
Güzel kız
Ben sana aşığım
Gel yeter
Bir gülümse bana yeter
Benim olmasan da
Bir tebessümün aylara bedel
Sevdiğini söylemen
Bir ömre bedel
Dönüp giderken döneceğim
Desen
Bir ömrü beklemek vazifem
Ki bekleyeceğim
Ağlamaklı dudaklarından süzülen
Son kelimeleri işitemedi kulaklarım
Döneceğim
Dedin diyorum
Sonsuz biliyorum
Ama bekleyişimi her anında
Hatıranla şereflendiriyorum
Yalnız gecelerimde
İki kadeh koyuyorum
Seni hatırlatan şarkıları
Bırakmıyorum o sesler söylesin
Hep
Hep o sesleri bastırıp
Seni bana hatırlatan nağmeleri
Gecelere haykırıyorum
Geceler dostum
Karanlıklar sığınağım
Sen yarim
Hiç gelmesen de
Bekleyeninim
Bir ömür
Ve ötesince
Binlerce mezardan doğup
Dikilirim dünyaya
Alemde senin suretini ararım
Bekleyişim söz verilmiş olmasa
Cennet'e
Araf'a
Cehennem'e sızarım
Sen ol da orada
Bataklıklara dalar
Toprağa karışırım
Bir nefesin olsun da
Rüzgara atarım bedenimi
Bir damla gözyaşın incinmesin diye
Uçurumlardan atlar da
Dalgaların koynuna yalnız bırakmam onu
Bekleyişim
Var oluşumla eş şimdi
Sen de kalbime eş ol
Bekleyişlerdeyim...

Baksana Bulutlara

Baksana bulutlara
Boş değil diyor gökyüzü,
Göstermiyor yıldızlarımı,
Ay saklanmış,
Griye vurmuş,
Onlarca tonda gri,
Vurmuş bulutlara,
Gecem aysız daha bir karanlık,
Duvara yaslansam
Kalır mıyım ayakta,
Bir nefes sigara,
Getirir mi beni bana,
Ah be canım,
Kalınır mı yalnız bu havada,
Böyle de yapılmaz ki,
Böyle yüz üstü bırakılmaz ki?

Bahara Çok Var

Ulan bu da hayat mı
Gece gerçekten karanlık mı
Sensizlik mi yoksa geceyi karartan
Haykıramadıklarım mı
Gök gürültüleri
Ağlayamayıp da içime akıttıklarım mı
Sel olup sokaklara taşan yağmur
Sicimcesine
Gözlerimde hiddetim de
Şimşeklerin mi
Doğruyu söyle
Ah be canım
Bir de seni seviyorum
Her şeye rağmen ya
Bahara çok var bu gidişle

Aşk Dediğin Üç Harf

Aşk dediğin üç harf
Senle ben
Her biri üç harf
Tesadüf mü dersin
Zannetmem
Üçle başladık
Üçü bulduk
Üçü yaşıyoruz
Ölü desek sonunda
O da üç harf.

Altmışlar

Ah geceler
Dört duvar günahım ne
Söyle bana
Seni sevmekten başka
Ne yaptımsa söyle
Ah geceler
Sensiz altmış dakikalar
Sensiz altmış saniyeler
Bitmez gibi sürmekteler

Acısın, sızıyorsun

Perde beyaz olacağına griye vurmuş
Sen bende olacağına...
Nağmeler içime işliyor
Her mısrada ölüm
Her anda kör düğüm
Masama otursam dert
Camdan baksam bir dert
Ne olacak bu işin sonu
Akmasa zaman, işim yaş
Yaslar vurdu kalbime
Yaşamak bu işte
Gülüyorsan, ağlayacaksın
Seviyorsan, yanacaksın
Tek başına kalmış bir mısra kadar yalnız
Okunmamış bir şiir kadar hüzünlü
Unutulmuş bir ilan-ı aşk kadar...
Seni ne çok sevdim
Anlatamam ki
Şimdi çok yorgunum
Gecemde sen yoktun ama vardın da
Hep hayalin yanımda
Bir an bırakmaz mısın
Sızıyorsun zaten rüyalarıma da
Git artık,
Acısın sen bana,
Ne verdin ki acıdan başka
Baktıkça gözlerine iyi olan ne varsa
Siliniyor, yitip gidiyor
Git, gözüm görmesin seni
Hoşçakal ya da ben giderim
Dayanamıyorum gözlerine bakmaya...

Perşembe, Mart 13, 2008

Üzerime Kapaklandı Bütün Kasvetiyle Gece

Gece tüm kasvetiyle üzerime kapaklandı. Yapacak hiçbir şey yok. Çok zayıfım, geceye karşı kollarımda derman kalmıyor, savaşlarımdan her daim yenik ayrılacağımdan ne yazık ki haberdarım. Koşmak istiyorum, içimde anlayamadığım bir güç patlaması var, derim yanıyor, kanım olması gerekenden çok daha sıcak, delicesine bir koşma arzusu içindeyim. Hastayım; soğuk algınlığı. Üşüyorum, ardı sıra sıcaklıyor, terlemeye başlıyorum. Anlayamıyorum bazen bana neler oluyor. Boğazımda tarif edilmesi epey bir zorlayıcı ağrı, acı demeti, konuşmamın önüne aşılması zor barikatlar kuruyor. Kafamda her zamankinden dahi çok düşünceler dolaşmakta. Garip, oldukça garip düşüncelere rast geliyorum yer yer. Acım büyük, dayanamıyorum artık.

Lakin ruhumda kopan fırtınalardan kaçıyor, kendime huzurlu, sessiz, kuru bir sığınak keşfediyorum. Yeni bir kitabın sayfalarında seyrediyorum hayatı...
Ne kadar zaman oldu bu durakta durmaktayım bilmiyorum, doğruluyor, etrafımı süzüyorum. Sabaha az kalmış. Ev sessiz. Üşüme geliyor. Uzun zaman oluyor ki bir kitabı böylesine yercesine okumamıştım.

Geliyor, hissetmek zor değil, geldiğini her zerremde hissediyorum. Tüylerim diken diken oluyor. Artık bu acılara göğüs germekten sıkıldım. Basit bir hayat istiyorum. Belki de bir salağın gözlerinden dertsiz tasasız bir hayatı yaşamak istiyorum. Bilmek en kötüsü, bildikçe baş ağrıların artmak için sebep buluyor.

Anladığınızın farkındayım, hikayem birazdan geçmişten dalgalanarak yeni bir yolda ilerlemeye devam edecek. Belki de yanılıyorsunuz, olamaz mı... Olur, klavye benim önümde, ne kadar mürekkeple kağıdın birlikte oluşturdukları ahengin hayranı olsam da olmuyor, bu hikayeyi yazmak için bu yolu uygun buluyorum. Neden? Niçin? Bana bu sorularla gelmeyin.
İçmek için ne kadar da derinden gelen bir istek duyduğumu tahmin edemezsiniz. Ama çare olmuyor ki, anlık unutuşlarla bu hediyeyi çarçur etmekten yana değilim. Lakin içmek istiyorum, belki de gerilmiş sinirlerimi biraz olsun rahatlatacağını umuyorum. Bilmiyorum. Gerçekten bilmiyorum. Neden inandırıcılık katmaya çalıştığımı da bilmiyorum aksine buna ihtiyacım da yok, umuyorum ki bu satırları yazıldıklarından çok daha kısa bir süre içerisinde yok edeceğim, yakmakla, yırtmakla uğraşmama gerek olmayacak, tek bir tuş beni tüm bu zahmetlerden kurtaracak, ama tadına varabilmek için bunlara da ihtiyaç var, mürekkebin yavaş yavaş kağıtla eriyip kül olmasını seyretmenin ayrı bir tadı var, inkar edemem. Belki de önce yazıcıdan çıkarır sonra silerim ve sonra da çakmağımı bulmaya giderim.

Yazamıyorum. Tıkandım, ellerimden hiçbir şey gelmiyor, anlamsızlaşıyor, silikleşiyor etrafımda ne var ne yok her şey... Ve ben dönüşüyorum. Neye bilmiyorum ama artık ben o eski ben değilim, olmayacak, olamayacağım ne yazık veyahut ne mutlu ki, geçmişe yeni halimle bakmadan bu ayrımı yapamam, değil mi?

ÖZGÜRLÜK

ÖZGÜRLÜK

Hayat bazen zorluklarla dolu olabilir, bu aşılamaz gibi gelen zorluklar gün gelir sinirleri parçalayan kabuslar siluetinde ruhunun etrafına geçit vermez duvarlar örebilir, ve de zavallı ruhunu, ölmek için henüz çok erkenken bedeninin içlerinde, öldürebilir... Hayat bu, ne olacağını, onun yüzünden nelerin başa geleceği bilinmez.

Hava aydınlık olmalıyıdı. Gökyüzü bunca bulutla kaplanıp içimi sıkan bu hale bürünmemeliydi, henüz öğle saatleri, ne bu karanlık ve kasvet... Bir şeyler mi anlatmaya çalışıyor doğa, ben mi zorluyorum zihnimi, bilmiyorum. Eskiler, doğanın dilinden anlayanlar artık kalmadı. Şimdilerde bir bilimselliktir gidiyor, öyle dolu dizgin bir gidiş ki ardında taş taş üstünde bırakmıyor, öyle bir sel ki ağaçta dal, bedende can bırakmıyor.

Bazen umursamazlık en iyisidir. Umursamaz olmak gerekir, ama rahat bırakmaz vicdanın seni. Bilmemek en iyisidir belki de, o zaman dertsiz, tasasız yaşarsın, olsa olsa en büyük derdin boğazından geçen iki lokma olur, onu da bulursun, çalışmak arzusu varsa içinde illa ki onu bulursun. Umursamazlık! Bir bela mı yoksa tanrıdan bir lütuf mu? İşte bunun üzerine konuşmak gerekir.

Etrafımız insan selleriyle kaplanmış, binlerce zihin, durmuyor sürekli yeni düşünceler peydahlıyorlar. Bazıları, daha doğrusu çokları söyleyemeden gömüyor bu düşünceleri, söyleyenlerse ya kahraman ya hain çıkıyor...

Özgürlük nedir? Bilir misiniz özgürlük nedir? Özgürlük, benim kafamda bir kelimeye sığdıralamayacak, kişisel arzuların tatmin edlişinin sonsuz ufuklarıdır, o ufuklara duvarlar çekilmemeli...

Uzun zaman önce bir adam yaşarmış. Öyle ya basit bir cümle bu, işte bunu yazabilmek özgürlüktür, bunu neyin sayesinde yazabileceğini açıklamaya çalışmak da kendini özgürlüğü tanımlamaya zorlayarak, heba etmektir.

Eğitim çok önemlidir. Bir insanın insan niteliğine kavuşma sürecidir. Evrime inanıyorsanız, hayvandan farkımızdır, ya da başka açıdan tanrısal güzelliğimizdir. Ama nasıl? Ben bu güzel sözleri kafamda tasarladığım ütopyadan çalıyorum, böyle bir sıfatlar topluluğunu hak edecek bir sistem ne yazık ki mevcut değil. Ve dökülen kandan tutun da burkulan yürekler, sızlayan zihinlere, ağlayan gözlere her şey bu eksiklikten ileri gelir...

Ben sadece bir öğrenciyim, eğitimimin orta safhalarındayım, belki boyumdan büyük sözler sarf etmeye kalktım ama bu benim hakkım ve özgürlüğüm. Yaratılırken nasıl eşitsen, yaratılışımızdan sonra da öyle olmalıyız. Başkalarının haklarına tecavüz etmedikçe özgürdür der ya insanoğlu ben bir türlü bunu anlayamadım, anlatılmak isteneni değil, nasıl bir zihniyetin böyle akıl almaz bir düşünce peydahladığını...

Özgürlük özgürlüktür. Sınırlandırılırsa anlamı kalmaz, büyük şairin dediği gibi "yalnızlık paylaşılmaz paylaşılsa yalnızlık olmaz"... İşte özgürlük de kısıtlanmaz, kısıtlanırsa özgürlük olmaz. Günümüz şartlarının el vermediği hayallermiş bunlar, varsın öyle olsunlar ki öylelerse ne büyük şeref bu düşünceleri doğru bulmak. Neden mi uymaz günümüze, pislikler, karanlıklar, gölgeler öylesine sarmış ki çevremizi özgürce nefes almak bile garip gelecek yakında... Her yerde kurallar, üstüme üstüme geliyorlar... Bir de cezalar, kimin yasası bunlar, kimin hukuku, ben doğarken, tüm bunlardan bihaberken, bilmiyorum ister miydim yaşamak bu alemde.
Ama öyle ya milyarlarcasıyla ben de soluk alıp vermekteyim... Onlarda ne farkım var, ölümhanedeyim, ölmeye doğdum, sıramı aldım, bana gelene kadar da sıra zaman katliamı yapıyorum... Bir hayal uğruna mı bir can gitsin, hayaller artık zihinlerden dillere dahi dökülmüyorlar, korkuyorlar mı? Belki de!

Hayatta uygulanabilir güzellikler de kaldı muhakkat, sözümü kesmeme ramak kala bir şeyler daha beliriyor zihnimde... Her ama her şeye dengeli yaklaşmalı, o şey ne olursa olsun ne fazla değer biçmeli ya da vermeli ne de az... Her şey hak ettiğince olmalı, lakin hepimiz beni ademiz, kim verecek bu kararı, boşuna mı demiş ey yüce kişi "bir ben var bende benden içeri...", o zaman ki söz söyleme hakkı vicdanlara düşecektir, insan öyle bir mahlukat ki her hususta yalanlar saçar, aynaya bakarken dili tutulur yalan söyleyemez... Korkar! İşte bu korku da işleri belki biraz yoluna sokar.

Ne kaderci olmak lazım, ne karamsar ne de aptal. Gerçekçilik esastır. Dengeli olmak lazım gelir, sağduyuyu elden bırakmamak, bırak diyenlere de şüpheyle bakmak lazım. Dönülmez akşamın ufundayız, yol önümüzde puslu ve karanlık, bir başımızayız...

Oyun Başlasın!

"İnkar etme sen de gelmek istiyorsun!"
"Hayır!"
"Korkuyorsun, hem de çok!"
"Bırak beni, daha fazla konuşmak istemiyorum, işim var!"
"Yok! Sen de ben de, şu anda hiçbir işin olmadığını biliyoruz, değil mi?"
"Beni gerçekten korkutuyorsun!"
"Zaten bunu istiyorum, ama o kadar çok korkamazsın, bunun bir rüya olduğunu biliyorsun, buna inanıyorsun, bu da sana yeterince korku vermez..."
"Ne demeye çalışıyorsun?"
"Artık beni görme vaktin geldi, sabah olunca uyanacaksın, gerinerek, esneyerek yataktan doğrulacaksın, her zamanki gibi soğuk suyla duşunu alacaksın ve sonra illa ki dışarı çıkacaksın, ben seni dışarda bir yerde bekliyor olacağım..."
"Artık uyanmak istiyorum, sabahın olup olmaması umurumda değil, bırak beni!"
"Tatlım, bu güzel oyunu sadece sen istedin diye oynamaya başladık, şimdi de isteme sırası bende... Oyun başlasın..."

Karanlık Haddini Aştı

KARANLIK HADDİNİ AŞTI
Beklemek acı verse de hayat böyle geçiyor...
"Daha ne kadar bekleyeceğiz" dedi küçük çocuk babasına. Babası sessizliğini bozmadı, o da sıkılmıştı. Biraz zaman geçti, adam yerinden kalktı, çocuk heyecanlandı, sıra nihayet onlara gelmişti, bekleyişin bitmesine bir tek, her şeyden habersiz, çocuk sevinmişti... Bilmemek ne güzel şey!
Yürüdüler, yürüdüler...
Her tarafı acı kaplamıştı, beyaza görünmez kara lekeler yapışmış, çıkmıyorlardı, hayatların söndüğü, göz yaşlarının hesapsız döküldüğü, soğuk, beyazlığıyla iç karartan hastanenin koridorları onlarca çaresizin bağırtılarıyla sessizleşiyordu...
Endişe değil başka bir şey vardı adamın gözlerinde, korkuyordu, oğlunun elinden tuttu, çocuk anlayamıyordu bu kadar çok insan niçin hiç gülmüyor, hep kederle ve acıyla bakıyorlardı, çocuk anlayamıyordu...
Çocuklar basit olan her şeyi çabucak anlarlar, hayatı anladığını iddia edenler en büyük yalancılar, beyaz önlüklüler de bıkmışlar, sanki çamaşır makinası ya da bozuk saç kurutma makinası tamir ettikleri, fark etmiyorlar, ellerinin altında sızlananlar, onlar gibi birer insanlar... İnsanlıktan çıkmış artık insanlar...
Hastane koridorları beyaz, bembeyaz... Hep ilaç kokar, ne zaman gitsem kusma hissi sarar midemi... Hiç sevmem, hiç...
Çocuk pek de önemsemiyor gibiydi kokuyu, arada bir burnunu çekiyordu, nezle herhalde, duymuyor ki kokuyu.
Çocuk aslında hiçbir şeyin farkında değil, sessizce etrafa bakmakta, anlamaya çabalamakta. Bunun için de en güzel yol incelemek, gözleri bir o yana bir bu yana bakınıp duruyor... Hastaneler neden beyaz? Buradaki insanlar neden mutsuz? Neden herkes sessizce konuşmaya özen gösteriyor? Neden kimse bir başkasının gözlerine dahi bakmaya çekiniyor oldu ki konuşmak zorunda kaldıysa biriyle? Zavallı ufaklık, anlamsızlığı, karamsarlığı, acıyı, tesellinin aldatıcılığını kabullenecek yaşa gelmedi daha! Gelemeyecek de...
Bakıyor, görmek değil çocuğun yaptığı, görse gözlerinin içi nasıl parlardı böylesine? Anlasa çocuk yüzüne yakışmayacak bir siluete bürünürdü, yazık olurdu...
Anne susuyor, derin bir sessizlik onunki, dokunsan ağlayacak sanki, oğluna dahi tek bir kelime söyleyecek hali yok ki, gerilmişler ikisi de, çelik teller mi desem pamuk ipliği mi bilemiyorum zavallıların sinirlerine...
Kopmalarına az kalmış, beyaz kapı karşılarına çıkıvermiş, aralanıvermiş, bembeyaz bir ışık, beyaz boyalı koridoru aydınlatıvermiş, şaşırıvermişler, gözleri kamaşıvermiş, çocuk heyecanlanıvermiş, baba hemşireye yemyeşil banknotlar vermiş, acılar, hayal kırıklıkları, hüzünler satın almak içinmiş...
"Biraz bekleyin, buyurun oturun. Doktor Bey'in biraz işi var, hastası çıksın sizi kabul edecek!"
İçerden feryatlar koptu, sahibi çocuk sanki ölüyor, ölesiye acılar çekiyor, kimse duymadı mı? Nereden geldi peki bu ses? Bilinmezlikler artıyor...
Adam içten içe gömüldü sandalyenin beyaz zeminine, beyaza dair hiçbir şey kalmamışken kalbinde, ve ruhunda kararıyor umutlar, lanet gerçek boy gösteriyor, ağlamaklı oluyor, oğluna bakıyor, eşine bakıyor, ağlamak istiyor, ağlamak zorunda, duygular sel oldu vurmakta, yol bulup akmak zorunda...
Dondu bakışları yaş akmaya susamış gözlerde, sustu zavallının dili, ne çok sözü vardı kim bilir ya diyeceği...
Dikkatimi bu şirin hikayeden uzaklaştıran bir konuşma, şu kapıdan mı? Hayır, diğerinden... Gidiyorum, kapıdan süzülüp geçmek çok tuhaf, insan kendini gerçekten gerçekdışı hissediyor, iki üç beyaz önlüklü bir masanın etrafına toplanmışlar; çayları, kahveleri, simitleri, poğaçaları...
Doktor diyesim gelmiyor onlara, buraya da hastane diyesim gelmiyor ya, mezbahayı andırıyor; kokusu, beyaz önlüklüleri, kanı, pisliği, vahşeti...
"Hasta hiç hayat belirtisi göstermedi, kaç gün oldu, bence geri dönmesi olanaksız, ama onlarcasını döndürebilir?"
Kalbim atmıyor mu? Git mezarları tartakla katil herif!
"Haklısın ama ailesi ikna olur mu? Ne dersin?"
"Olurlar olmasına da güzel bir konuşma yapmak gerek, hem zavallılar günlerdir hastane köşelerinde perişan oldular..."
Evet, sevgili iyilik meleğimize de bakın, perişan olmuşlar, benim halime baksana sen, lanet herif, sana diyorum, eğer hayata dönersem ilk işim boğazına yapışmak olur, eğer o lanet kasap ellerini bana değdirecek olursan, olursan... Hiçbir şey yapamam! Ama annem, babam... Asla izin vermezler, vermezler...
Ya beni bu kasabın ellerine bırakırlarsa...
Korkuyorum!
İzlemek aslında en güzeli, hayatı izlemek, görmek, hissetmek, hissedermiş gibi hissetmek... Rüzgara karşı ellerini açmak ya da denizin dibinde sırt üstü uzanmak gibi...
Aslında hayatın kaynağı su, kabul ediyoruz... Ama farkında değiliz, benimsemiyoruz, özümsemiyoruz. Unutkanlığımız, en büyük derdimiz, beni parçalayacaklar, ama hala hayatta kalmaya çabalamamı fark etmemekte direniyorlar, beni diri diri parçalayacaklar, izlediğimde bana kızdıkları, okuduğumda tasvip etmedikleri, yazdığımda iğrenç buldukları ne varsa fazlasıyla bana yapacaklar... Ben belki de kaderimin yazdığı sonu defalarca yazdım hayali benlerle...
Şimdi kurguların gerçeklik aynasında ete kemiğe bürünme zamanı geldi, ve etimi kemiğimden ayırıp, paramparça posamı, işe yaramaz parçalarımı bir poşete koyup gömecekler, ne kadar da duygusal; Allah belalarını versin!
Zavallı ufaklık, suratını mı astın sen? Üzülme, hiç değilse seni ecel alacak, vahşiler seni paramparça edip ziyafet çekmeyecekler! Neden suratını astın bakalım, söyle Eren Abi'ne!
"Anne çişim geldi!"
Sen de beni duymuyorsun, değil mi? Kimse duymuyor ki zaten! Belki de ben yokum, böyle bir şey mümkün mü? Yapma Eren, bu delilik. Ama parçalayacak olmaları normal bir şey, alış dünyamızın güzel gerçeklerine, değişmez düzenine...
Daha önce hiç tuvalete götürmemiş gibi şaşkın annesi, yazık! Adam biraz daha sakin, metanetli, güçlü... Öyle de olmak zorunda, değilse bile, olamayacak olsa bile... Çocuğun elinden tutup götürüyor onu tuvalete. Ellerini yıkarken oğlunun, aynada yansımaları ilişiyor gözüne, bir kendine bir oğluna bakıyor, sol gözünden zorla inen bir damla yaş yanağında hızla ilerliyor, ne olduğunu anlayamayan çocuğa doyasıya sarılıyor, yanaklarından, alnından öpüyor... Çocuk neden babasının böyle davrandığını anlayamıyor, elini yıkayan yaşlı adam anlıyor, zavallı adamın sırtını sıvazlıyor;
"Allah şifa versin, evladım" diyor, çıkıp gidiyor.
Ayna, o ve oğlu; yapayalnızlar. Beni fark etmiyorlar, ha ayna ha ben, ne farkımız var ki? Ağlıyor adam, oğlu sessiz, sonra babasının yüzünü soğuk suyla yıkayışını şaşkınlıkla izliyor, olanlara anlam veremiyor, babasının suratındaki keskin ifade ona anlamlandırıcı sorular sormasını yasaklıyor... Çocuk hala sessiz... Beyaz kapıyı aralayıp sahte beyazlığa adım atıyorlar.
Kadın dayanamamış oturuyor bir hastane sandalyesinde, umut fakirleri eskitmiş sandalyeyi, devam da ediyorlar, hastane hatıralarla, acılarla dolmuş taşıyor, her yerden buram buram acı, hüzün kokusu geliyor...
İndirgenemez hiçbir kelimeye yaşadıklarımın manası...
Ey kalbim, sen bana yardım et! Derin bir boşluktayım, ellerimi gayri ihtiyari uzatıyorum bilinmez karanlıklara doğru, aranıyorum, ne bir dal ne bir kol buluyorum...
Kurtuluş yok, düşüyorum... Öyle bir düşüş ki ne sonu var ne de başı oldu, gözlerim açık ama fark etmezdi kapalı olsalardı da.
Korkuyorum, başıma gelenler beni ürkütüyor, en ufak zerreme kadar titremelerle sarsılıyor, denge denen, uzaklarda, puslarla çevrili bir diyarın mudavimi bu kavram artık bana çok uzak, hayatımda denge diye bir şeyden eser yok...
Mahvıma sürükleniyorum, hatıralar dans ediyor; son vals!
Derinlerimde yokluğumun eşiğinden benliğimden geçerken, akıl hudutlarını terki diyar eyleyerek yürüyorum, uğurlar olsun, yitiyorum, yitip gidiyorum...
Ürkütücü mü desem, gülünç mü; soyunuyorum etten, geride kalan benlik sadece...
Yatıyorum, yattığımı hissediyorum. Garip bir his bu, bildiğim kelimeler anlatmaya yetmiyor, yetmiyor işte yazamıyorum, sanki tüylerim diken diken oluyor ama ne tüy var yerinde ne deri ne de ben...
Bazı sesler duyuyorum, sanki bir perdenin arkasından geliyorlar, uzaklardan, çok uzaklardan...
Ne güzel şey, hislerinden silkinmek, kıyafetlerinden kurtulur gibi, bedeni olan ne varsa ruhundan sıyırıp atmak, işte bu, içinde bulunduğum an bu! Ben, bedenden geçmekteyim, ruhtan ibaret olmak üzereyim.
İçimde ne varsa haykırmak istiyorum, artık çok geç, haykırsam da fısıldasam da kimse beni duyamıyor... En çok şimdi yazmak istiyorum, ne varsa içimde kalan atmak istiyorum satır aralarına, elden ne gelir ki, el yok ki yazılmış satırım olsun... Gezinti zamanı, beyazlar git gide azalıyor, karanlık koridorlarla dolu artık hastane ve alt katlara inmeye korkuyorum. Tuhaf sesler yankılanıyor, uzaklardan geliyor, zifir karası gölgeler sanki nefes alıyor, sanki beni almaya geliyorlar...
Şimdi boğaza karşı bir banka oturup çayımı yudumlamak vardı. Dertsiz, tasasız sokaklarda dolaşmak vardı, bir kitap bulmak vardı, saati umursamadan sayfalara boğulmak vardı, vardı ya artık ben mi yoktum, yok olmak bu muydu, ya da...
Daha fazla ne acı verir ki insana keşke demekten başka...
"At hadi!" diyor babam.
Topa bütün gücümle vuruyorum, top babamın sağına gidiyor, şakasına kendini ters tarafa atıyor; gol!
Koşuyorum, "Goool" diye, ciğerlerimi sökercesine bağırıyorum, annem de sevinçle beni yakalıyor, kucağına alıyor...
Babam şakasına çimleri dövüyor, sonra benim yanıma gelip saçlarımı karıştıryor;
"O ne şuttu öyle!" diyor, gülüyoruz, ben de, o da, annem de... Hem gülüyoruz hem de farkındayız... Bilerek yenmiş güzel bir golün mutluluğu bizi sarmış... Sonra köftelerin kokusu, açlığın haddini aşması, kolanın vazgeçilmez tadı ve birlikteyiz...
Geçmişin puslarından geriye pek az hatıra kalmış, ama o gün unutulmaz, unutulamaz, duyuyor musun Eren, o günü unutmamalısın, kim olduğunu unutmamalısın, mutluluğun ne demek olduğunu unutmamalısın!
Mutluluk buydu işte, beraberdik, hep beraber, hep de öyle kalmalıydık! Şimdi bütün bu güzel anlar çok gerilerde kaldı sanki, zaman anlamında net değilim, zamandan koptum, ayrı bir düzlemdeyim, ama bir parçam ısrarla beni hem geçmişe hem de o güzellikleri yaşadığım somut yaratılışıma, bedenime bağlıyor. Nasıl bir iş bu; aklım almıyor!
Keşke, keşke o eski günlerde kalabilseydim, keşke herkes gibi basit ve sığ yaşabilseydim bütün güzellikleri doyasıya özümseyerek... Keşke gerçek bir hayata sahip olabilseydim, her yaşın tadını yaşayabilseydim, bedeni bütün duygularla şad edebilseydim; gerçekten mutlu olabilseydim!
"Yalnızlık, sessizlik haddini aştı", titriyor ruhum, sessizliğin serinliğinde buz kesiyorum ve yanıbaşımdaki sevdiklerime ulaşamayışlarımda alev olup yanıyorum, kor olup sönüyorum, kül olup uçuyorum, uçuyor hayallere dalıyorum, boğulmaktan korkup can havliyle aklın kıyısına vuruyorum, usda dem vuruyorum, yokluğa sırtımı dönüp sahte varlıkla aldanıyorum, aldanmanın haddini aşmasını umursamadan zaman katlediyorum, katledileceğim anı bekliyorum, bedenim önümde, bembeyaz, saf, günahsız, bensiz...
Boş da olsa içi, sığdırmak ister insan bütün umutlarını, o zavallı hayalin içine...
"Sakin olun!"
İkisinin de sinirleri sakin olmakla uzaktan yakından alakadar değiller, olamazlar da zaten... İmkansız kelimesi işte bu; sakin olamazlar.
Tamam, kabul ediyorum, senin de işin bu ama gözüme çok amatör göründün doktor! Başarısız bir roldü, hanene bir eksi yazdım bile, bu oyun çok uzun sürecek gibi, ben senin yerinde olsam hiç üzülmezdim, korkma doktor, telafi edersin bunu da, elinde kaç hasta öldü doktor?
"Bunları söylemek inanın benim için çok zor..."
Hiç de değil, inandırıcı değilsin doktor!
"... oğlunuzun üzülerek söylüyorum akciğerlerinde kanser başlangıcı bulduk, bunu size söyleyene kadar defalarca diğer doktor arkadaşlarla konuştuk, henüz tehdit söz konusu değil ama acil olarak tedaviye başlamamız gereki..."
Konuşmanın bundan sonrası pek de önemli değil, o konuşsun, bırakın. Ne kadın ne adam dinliyor söylediklerini, kapının hemen arkasındaki çocuk, o oyun oynuyor, kaç kere daha oynayacak kim bilir bu güzel oyunlarını, bilmemek güzel şey, bilse bu kadar eğlenebilir miydi?
Anımsamak ne kadar berbat anımsanacak güzel şeylerin yok denecek kadarsa...
Ben hastanelerde nefret ettim beyazdan. Beyaz mermer; nefret kusuyorum her gördüğümde... Beyaz bana huzur vermez, o lanet renk bana anımsamalar sunar, onlar da lanet hatıralar getirir gözlerimin önüne...
Çocukluk dediğin koşarak, oynarak geçmeli; beyaz koridorlarda, tekerlekli sandalyelerde, hastanelerde geçmemeli. Ama hayat işte, olmaması gereken şeyler oluyor, olmaya da devam ediyor.
Biz hiçbir şeye karar veremiyoruz, bazı fikirlerimiz var, o fikirler çerçevesinde bir hayat yaşamak için, insanları o çerçevede yaşatmak için didinip duruyoruz. Her şey boşuna aslında, karşı gelmek imkansız hazin de olsa sona.
Şimdi çemberin dışındayım, hayatın dışında, gerçeğin bağrında, her şeyi net bir şekilde görmekteyim, derin boşluğun şahidiyim...
Yenilmek de var yenmek de, ama söz konusu hayat değilse...
Hastaneler bunaltır insanı, Cerrahpaşa ki denize nazır, bir kere bile zevkini yaşayamadım onun bahçesinden maviliklere bakmanın, hazan diyarı orası benim gözümde ve deniz sadece bir serap acılar çölünde gerçek de olsa...
"Anne bacağım ağrıyor!" dediğim anları nefretle anıyorum. Nefret iliklerime kadar işledi, ilk ilaç başlıyor, o günü dün gibi hatırlıyorum, dün gibi, boşlukta günün, dünün hesabı yok ya, o kadarı da lafın gelişi...
"Ne zaman bitecek bu ilaç?" gibilerinden, üzgün ve masum bir soru süzülüyor dilimin ucundan doktora doğru, bana bakıyor, aileme bakıyor, gözlüğünü çıkarıyor, düşünceli bir hali var, gözleri ovuşturuyor, sonra tekrar bana bakıyor;
"Bir, iki yıl en fazla" diyor demesine de biliyor o yaşta ki taş çatlasa yedi yaşlarındayım, yılı bırak ay bile uzun gelir çocuğa, sonradan hazin gerçeği vurdu yüzüme, ruhum sertleşmekteyken vurdu darbeyi;
"Ömür boyu kullanmak gerek bu ilaçları" dedi. Demesi kolay, sen bir de yaşayana sor, çekene sor...
Hayat eğleniyor benimle, sadistçe zevklerine alet ediyor, son zamanlarda ağırlaşmıştı hastalık, artık bu hale gelişimi "son" olarak nitelendiriyorum, sonumu mu kabullendim ne? Bir insan olmuş bir olaydan sonum diye bahsedebilir mi gerçek anlamda, öğretilerime karşı, aklım allak bullak, ben ne haldeyim, neredeyim, öldüm mü yoksa? Ölümden sonrası böyle miydi? Her şey hiç uğruna mıydı?
İlaç üstüne ilaç ver, sonra da yan etkilerini gidermek için başka ilaçlar ver, sonra da bırak hayat benimle eğlensin, neden bu işi bu kadar çıkmazlara soktum ki, neden? Doğuştan neden eşitiz, madem eşitiz, neden ben bunu hiç fark edemedim, endişelenme Eren, hiç eşit olmadık ki!
Gerildim, gerildim... Sonra çimlerin üstüne birkaç saniye önce yerleştirdiğim topa doğru koştum, ilk kez o anda sekmeye başladım, yere düştüm, ağladım, acıyı hissettim, yürümenin, koşmanın ne denli değerli olduğunun farkına onları yitirdikten sonra çok erken vardım, çok erken...
O topa vuramadım, belki de hiç vuramayacağım, önemli mi ki? Belki!
Sevenlerini istemeden üzmek, buna şahit olmak, çaresiz kalmak...
Kaç gün oldu, ne kadar zaman geçti, bilmiyorum. Annem baş ucumda, ağlıyor, gözleri şişmiş, ağlamaklı olurdum, oluyor muyum acaba, hafiften bir burukluk yaşıyorum, demek ki hala yaşıyorum, beyazlar içindeyim, nefretle beni saran beyaz mezara bakıyorum, her yanım delik deşik, iğneler, serumlar, kablolar...
Bakıyorum anneme, yaklaşıyorum yüzüne, üzülme demek istiyorum, daha önce tecrübe edişlerim hevesimi kursağıma kitliyor, beni duyamayacağını biliyorum, bilmenin berbatlığını yaşıyorum, ölmeyi dileyerek yaşam diyemediğim şu halde var olmaya devam ediyorum, ne yaptım ki bu denli yoğun bir ıstırapla mükafatlandırılıyorum.
Hayatta ne var ne yoksa mükafat, sürekli ödüllendiriliyoruz, ne müthiş bir düzen, ben böyle düzenin... alnından öpeyim.
İlaçlar, sürekli renk renk, çeşit çeşit ilaçlar, verdiler de verdiler, bir zamandan sonra uyuşmaya başlıyor zihin, sonra psikolojik yan etkilerini inceliyorlar, gözlem altındaydım, kolay mı? Ne de güzel ilgileniyorlar, az mı? Ne de güzel süründürüyorlar, bak şimdi de parçalamaya geliyorlar, ben bulaşık makinası mıyım rezistansım kireç tutunca parçalayıp fabrikaya geri yolluyorlar, unutuyorlar, ben insanım, insan...
Bu da öldü, ölsün, insan çok, onlarda deneriz yeni ilaçlarımızı, onlarla araştırmalarımızı devam ettiririz yan etkiler üzerine, ve...
Ve bir poşet et parçası, yanında kemikler, içinde bir tabutun, yeşil örtmüşler üstünü; "İyi bilirdik!"
Bileceksiniz tabii!
Odadan başım öne eğik çıkıyorum, küçük çocuk, demin gördüğüm, demin ama ne zaman bilmiyorum, artık saatlere de bakasım gelmiyor, işte o zavallı çocuk, bir yerde kader ortağım, onu görüyorum... Elinde ufak, renkli zıplayan bir plastik top, yere atıp tutuyor, ben de oynardım önceden, önceden...
İç çekiyorum, iç çekecek bir beden olsa halimi bu söz anlatırdı, işte tam da öyle bir haldeyim.
Zavallı, neden ölmek zorunda ki? Neden?
Annesiyle babası, beyaz kapıyı aralıyorlar, anne ağlıyor, baba ağladı ağlayacak, annesi sarılıp oğlunu öpüyor, ağlıyor. Baba dişlerini sıkıyor, elini yumruk yapmış, duvara yaslanıyor, çaresizler...
Dişçideydim, çürük var diye gittim, baktı ağzıma, dişin kırılmış dedi, çok sıkmışsın demek dişini dedi, çok sıkmışsın, dikkat et dedi. Ben dişlerimi sıkarım da bana diş sıktıranlar canımı sıkmaktan geçmezler. Dişimi sıkmayayım da canımı mı sıkayım? Bir o kaldı bende zaten!
Sevdiğim kız geliyor aklıma? Sevmek? Ne güzel söz, ne demek kim bilir?
Sıkıldım bu manzaralardan, ama kaderim bu, sıkıştım bu koridora, ilerisi çok karanlık, merdivenlerden korkunç sesler geliyor, korkuyorum gitmeye, sevenlerimi bir daha görememeye, çünkü içten içe hissediyorum, biliyorum, anlıyorum... O karanlıklara girdim mi hayatla son bağlarımı da koparacağım... Bunu yapamam, yaşamak istiyorum, yeşil çimlerde, o topa vurmak istiyorum, koşmak istiyorum, denize karşı çayımı içmek istiyorum, sevmek istiyorum, hüznünü yalnız kalbimde değil ruhumun her yanında yaşayacağım kadar çok seveceğim, kanımdan canımdan evlatlarım olsun istiyorum, yaşamak istiyorum en nihayetinde, yaşamak için geldim, dayanmak, direnmek istiyorum, ölmekten çok korkuyorum, koridorun sonu, merdivenler çok karanlık, sesler çok korkunç, gitmek istemiyorum...
O geliyor, saçları eskisi gibi, dalgalı, simsiyah... Aylar mı oldu, günler mi, yoksa dakikalar mı, bilmiyorum. Ama o geldi... Sevdiğim kız, hareketsiz bedenime bakıyor, bir demet çiçek getirmiş, bembeyazlar, nefret edilesi renkle bana geldi, tesadüf denen şey hiç var olmadı, bilerek yapıyorlar, acı çekmemden zevk alıyorlar... Odada benim kapalı gözlerim hariç her gözden yaşlar akıyor, sessizliği bozmamaya dikkat ederek, belki de beni uyandırmamaya özen gösterek sessizce ağlıyorlar, birbirlerine dahi bakamıyorlar, hüzün her yeri kaplamış...
Gitti, ne kadar kaldı bilmemem de bir şey değiştirmedi, ruhumun benden gidişi gibi... Aslında ben dediğim o et parçası değil, ben dediğim ben; ruhum olmalı... Kafam karmakarışık, deliriyor muyum? Ne fark eder ki?
Ölmek çözüm mü? Olsa da ecel almadan gidemem ki, ben yaşamaya aşığım...
Şimdi fark ediyorum, zamanla gölgeler odamın olduğu koridora yaklaşıyorlar, ama pencereler berrak, ışık dolu, dışarısı cennet bahçesi, koridorum araf, koridorumu kuşatan gölgeler cehennem...
Beklersen cehennem, atlarsan cennet!
Dönmeyi çok istersin de bütün kapıları kapalı bulursun, yıkılırsın, ölmek istersin...
Ağlamak istiyorum; gözlerim şişene kadar, kan çanağı olana kadar ağlamak istiyorum. Nedenini hala bilmiyorum bu halimin, ne annemin ne babamın ne de doktorların ağızlarını bıçak açıyor, ölüm var sanki sürekli civarımda, sanki her an bahsi geçen o pek ünlü tırpanlı gelecekmiş gibi, ölüm kokuyor odam, korkular, hüzünler, yaşanamamış mutluluklar...
Kendime baktım, yüzüme baktım, bir heykel gibi soğuk, bembeyaz, ifadesiz...
Korkuyorum, karanlıklardan çok korkuyorum.
Çok acı verdin bana hayat ama neden, neden senin uğruna yanıp tutuşuyorum, neden?
Bir rüya olsun, lütfen Allah'ım! Ne olur hepsi bir rüya olsun... O çok sevdiğim yağmuru bir daha tenimde hissedeyim, yine göreyim yeri göğü masmavi eden şimşeklerini, içimi ürperten gök gürlemelerini bir kez daha duyayım, yorganıma bir kez daha sarılabileyim, uyanacağımdan şüphe etmeden bir kez daha uyuyayım...
Ney sesi geliyor kulaklarıma, el emeğiyle ince ince delinmiş sazdan hayat akıyor, hülyalı sesler içime akıyor, hayat damarlarımda değil yokluğa akıyor, hiçliğe karışıyorum, karanlığa dem vuruyorum, geceye karışıyorum, yalnızım, son yolculuğuma çıkıyorum...
Pencereye yaklaşıyorum...
Anneme, babama bakıyorum...
Vedamı söylüyorum, beni denizi gören bir yere gömün diyorum, kitaplarımı, yazılarımı, her şeyimi saklayın odamda kilitler arkasında diyorum, bencillik var ölürken bile...
Uzun bir sevgi sözü fırtınası...
İçime acı doluyor, pencereye elimi atıyorum, soğuk elimi acıtıyor, elim camdan bu sefer geçmiyor, sonra yere kapaklanıyorum, acıyla haykırıyorum...
Ağlıyorum, bakıyorum, gözlerimden yaşlar dökülüyor, annem hemşirelere koşuyor, onlarca lanet rengi giymiş insan doluşuyor odama, yüzlerinde şaşkınlık, gözlerimden kanlı yaşlar geliyor çünkü...
Annem titriyor, koşarak içeri biri giriyor, siyahlar içinde; babam. Beni görünce dudakları titriyor, ağlayamıyor, anneme sarılıyor, bir köşeden beni izliyorlar...
Bedenimde dudaklarım kıpırdanıyor, herkes pür dikkat beni dinliyor, bu son şansım, elimi tut Allah'ım, yaşamak istiyorum;
"Yaşamak istiyorum..." diyorum, gözlerim azıcık açılıyor, ve böyle bitiyor, birkaç dakika öncesine geri dönüyorum, herkes sessiz, inanamıyorlar yaşananlara, birkaç dakika sonra birbirlerine bakıyorlar, adeta yaşananları diğerlerinin de görüp görmediğini anlamaya çalışıyorlar, onlar da çaresizler, ben de çaresizim, ama azmettim onları da çaresizliğime hapsettim.
Tam ölüyorum derken işler karıştı... Şimdi gitmek daha zor karanlık sona... Aslında uzun süredir arzu ettiğim de buydu; sessizliğimle azalan umutlara su serpmek...
Ortasındayım hayatla ölümün. Katillerim etrafımda bekleşiyor; akbabalar. Sevenlerim ağlıyor; zavallılar... Ya ben?
Zavallı adam oğlunu arabaya bindiriyor, çocuk arka koltukta birkaç oyuncakla oyalana dursun, adam eşinin yanına ürkek adımlarla ilerliyor... Para bazen işe yaramıyormuş değil mi arkadaş? Şimdi ne yapacaksın?
"Üzülme, bir çaresini mutlaka bulacağız!"
Asıl sen boşuna üzülme, bir de mutlaka diyorsun, kimsin sen ki bu kadar emin olabiliyorsun?
Olanları camdan izliyorum, artık onları duyabiliyorum, nasıl oldu bilmiyorum, onları duymam mı isteniyor, kim tarafından? Tanrı mı? Tanrı benden bir şey mi istiyor? Düşünmesi bile komik, onun istemesi ve benim ikna olmam, o beni ikna etmeyi umursamaz ki, ister yani yapar! Bu kadar basit! Ama ya bunları bana sunan O değilse?
Konuşma şekilleniyor...
Beyaz önlüklüler yine sahnede...
Gözlerini kan bürümüş bunların, herkes haddini aştı!
Her şey netleşiyor, koridordaki odalar zavallılarla dolu, beni parçalayacaklar, her parçamla bir tanesini tamamlayacaklar, her gün beni iyileştirmek için değil de ölmemi kolaylaştırmak için bir şeyler yapmak için uğruyorlar, anlıyorum, zavallı ailem, farkındalar mı acaba? Farkındalarsa, nasıl kabullenebildiler?
Hem ben hayal mi gördüm, gözlerimi açtım, yaşamak istiyorum dedim, belki de anlamadılar, belki de travma gibi bir şey olarak yorumladılar, belki de ailemin bütün umutlarını acımasızca çürüttüler...
Pazarlık yapıyorlar aşağıda herhalde...
Kasap sanki, et pazarlığı yapıyor...
Çocuk belki yaşamayı hakediyor ama benim ölümümle olacaksa değil, benim ondan fazlam yok. O da, ben de aynı şartlarda atıldık dünyaya, benim de yaşamaya hakkım var, yaşayamayacağımı iddia ediyorlar, nefes almam bana yeter, ben ölmeyi seçmek için, canlı canlı parçalanmak için gelmedim bu dünyaya...
İğrenç bir görüntü canlanıyor gözümde; köy yolu, zavallı bir inek yolun ortasında yatıyor, acılar içinde, kaldıramıyorlar, işlerine geldi belki de, bıçakları biliyorlar, oracıkta hayvanı önce bacaklarından kesmeye başlıyorlar, zavallının canı bedenden süzülürken son bakışlarını görüyorum, yalvarırcasına...
Ben sektedim, yere serildim, parçalanmam mı gerek, biraz dinlenmeye, kendimi biraz bulmaya, içimde biraz huzur bulmaya hakkım yok mu? Hemen parçalanmam mı gerek? Ben derin uykuya yattım, düşüncelerle, bilgilerle, hayatla doldum. Bırakın döneyim, size insan olmayı öğreteyim!
Herhalde inanmadılar dönebileceğime, annem boynuma sarılıyor, sevdiğini falan söylüyor, ağlıyor, babam elimden tutuyor, hissediyorum ama tepkisizim, hiç değilse bedenen...
Önce iyileştirmek için garip bir tedavi, sonu gelmez ilaçlar, sonra derin sessizlik, sonra da bıçak sesleri, gelin katillerim, uzatmayalım bu işi, siz kafaya takmışsınız kanımı içmeyi... Yazık! İdam ederlerken dahi son dilekler soruluyor... Bana hiçbir şans vermediniz, elveda!
Hayata gözlerimi yummamam gerekirken, zorla karartılıyorum, gölgeler kapıya kadar geldiler, karanlık nefes alıyor adeta... Tırpanlı da yakında gelir, parlak ışıklı yol görünürde yok,
Eren çıkmaz yoldasın, karanlık haddini aştı, acılar ruha fazla geldi, at kendini karanlıklara, karanlığın ışık yakacak birkaçına...
Haksızlık!
Gideceksek hep beraber!
Dünyanın düzenine karşı gelemezsin, modern çağı yaşadığını iddia eden yamyamlara bunu yapamazsın, buna gücün yok, aciz bir ölüm mahkumusun, usul usul gitme vaktin geldi...
Parçalanmak istemiyorum, poşetlenip mezara eksik gedik atılmak istemiyorum, karanlıklara dalmak istemiyorum, yaşamak istiyorum, insan gibi yaşamak istiyorum...
Fişimi çekmeye gelen beyaz önlüklünün boğazına sarılıyorum, bir soğukluktan öte hiçbir şey hissetmiyor; ben de... Can bedenden koparken dondurucu bir soğuk hissediyorum...
Karanlık haddini aştı!




Haydar Eren AKIN
11 TMA 570

Dünde Bıraktıklarım

Nexus

İstanbul, Türkiye
Söyleceklerim olmaya devam ettikçe burada olacağım.