Çarşamba, Eylül 24, 2008

Genç Şövalye

Uykusu vardı, uyuyamadı. Yazacak çok şeyi vardı, gözyaşlarına engel olamadı. Küçücük bir çocuktu o, o güne geri dönüyordu düşündükçe ve yazmak istedikçe; bir ağaç rüzgarı sallıyordu. Karanlık topraktan güneş doğuyordu, balıklar uçuyordu, toprak kabarıyor, dalgalanıyordu, durmadan ve durmadan…
Bir rüya gibi gelen anlardı bunlar, gerçekler demeyi çok isterdi, dönmeyi çok isterdi ya hayalleriydi bunlar. Rüzgar savuran ağaç var ya, onun altında bir beden uyuyor, çalkalayan da ona özlemi çocuğun, ona eksikliği, kaybının acısının yürek burkan kabartısı…
Çocuk başına buyruk çıktı sokağa, elinde oyuncak kılıcı dünyaya baş kaldırdı, kadere baş kaldırdı. Kaybının hesabını soracaktı;
“Baba! Nerdesin?” dedi, ses gelmedi. Toprağın altına saklamışlardı onu, kesin duymadığındandı cevap vermeyişi, ya da duyuyor ama ağzını bağlamışlardı, onu beyaz çarşafa sararlarken görmüştü, düşmanlarını anımsadı.
Yürüdü, nereye gideceğini bilmiyordu, kılıcını sıkı sıkı tutuyordu, elini acıtmaya başlamasını umursamadan gerçek bir erkek oluyordu. Mutlaka tanıdık bir surat yakalardı bu kalabalıkta ve amacına ulaşmak için bir ipucu bulurdu.
Sonra oyun parkını gördü. Ama o bakmadı, dediğim gibi gördü, oradaki kapıyı da görüyordu. Hiç kimse fark etmez, kaydırağın altındaki hayal kapısını, cesaretliydi, bugün oradan geçecekti, bir gün babası söylemişti, buradaki kapının yerini ve sihirli sözlerini; “ Hayal ediyorum var olman için”.
Sessiz bakışlar arasından sıyrıldı, kapıya vardı, herkes onu izliyordu, kılıcı sırtına taktı, asil bir şövalyeydi, babasını düşmanın kör kuyularından bulup çıkaracak, kurtaracaktı, o babasının kahramanı olacaktı bu sefer de…
“Hayal ediyorum var olman için…”, o anda şiddetle esti rüzgar, sonbahar kahvesi yaprakları savurdu, ama genç şövalyeyi durduramadı, asalet ve cesaretle ilk adımını attı hayal kapısına doğru, sol ayağı karıncalandı önce, sonra içinden derisine vuran bir sıcaklamayla terledi, gözleri buğulandı ve sesi duydu; “Ey hayal kapısının misafiri, söyle bana hayalini, yalnız unutma bir hayale izin var kapıda, orası da gideceğin yerdir, iyi düşün”.
Genç şövalye elini çenesine koydu ve ünlü ruh ve sinir hastalarının gözetmeniymişçesine sert ve kıpırtısız düşündü, zaman ki akan anbean umursanmadı küçük adam tarafından, sonra öksürerek başladı yüksek perdeden konuşmasına; “ Ey hayal kapısı, babamın tekrar yerin üstünde olduğu, benimle konuşabildiği, oynayabildiği bir zamanda yaşamak istiyorum sonsuza dek”.
Ve kapı sözünü tuttu, kırmızı ışıklar parladı, çanlar çalındı. Gözlerini açtı ve babasını gördü, kendinden emin gururlu ve sırtı dik kalktı ayağa –ne zaman düşmüştü ki- ve babasına koştu, sarıldı.
“Sana hayal kapısını söylemem iyi olmuş, ama bu bir sır ve aramızda kalmalı” dedi oğluna, sonra sinsi bir gülümsemeyle elleri birbirlerine sürterken hafifçe eğilip oğlunun sırtını sıvazladı. “Beni orada bırakmadığın için teşekkür ederim oğlum” dedi, gözlerindeki alevler artık görünüyordu.
O zamanlar bu alevlerin manasını bilmiyordu genç şövalye, ama yine o zamanlar onun için başarmanın mutluluğu ve kendine güveniyle parlayan bir kılıç gibiydi en gümüşünden. Sonrasında yıllarla seçim yapma zamanı gelecekti, ama bu kimrin umrundaydı ki, babası nasıl olursa olsun, babasıydı ve yanındaydı –sonsuza dek-.

Haydar Eren AKIN

Cuma, Eylül 05, 2008

Her Nefesle Sona Koşarken

Bilsen ve gün gibi kararsan
Sevmek ve çaresizliğe adım adım koşmak
İşte bu duyumsanası andır hayatta dalların kururken
Ve her nefesle sona koşarken

Nexus

İstanbul, Türkiye
Söyleceklerim olmaya devam ettikçe burada olacağım.